Nilüfer, Esenyurt, Aladağ

Sadece günler önce AKP iktidarı “rıza yaşı”nı kaça düşürsem derdinde çocuklara karşı işlenen cinsel suçları meşrulaştırmaya, tecavüzcüleri kurtarmaya çalışıyordu. Toplumun büyük bir kesimi ayağa kalkınca ilgili maddeleri tasarıdan çıkarmak zorunda kaldı. Çocuk yaşta rıza olmaz, ölüm hiç olmaz…

29 Kasım’da Adana’da yaşları 11 ile 14 arasında değişen 11 kız çocuğu (ayrıca bir yurt görevlisi) yanarak can verdi. Ama ölümlerinin sebebi öyle elektrik kontağından çıkan yangın falan değil. Sebep, devletin her çocuğa parasız, nitelikli bir eğitim ve barınma imkânı sağlaması gerekirken bu sorumluluğu cemaatlere bırakmış olması. Sebep, bu cemaatlerin üzerinde hiçbir denetimin kurulmamış olması. Sebep, bu cemaatlerin insafına bırakılmış ahlak anlayışı ile küçücük çocukların üzerine kilit vurulması. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı çıkıp ne diyor?: “Yangın merdiveninin kilitli olduğu anlaşılıyor. Kapı plastik. Cesetler yangın merdiveninin olduğu noktada bulundu”. Birbirine sarılı halde! Alevlerin arasından çıkmaya, canlarını kurtarmaya çalışan 12 küçücük çocuğa hayatlarının son dakikalarında yaşatılan korkuyu daha acı bir şekilde ne anlatabilir?

Peki devletin bu katliamın ardından ilk yaptığı ne oldu? Alevler, dumanlar neredeyse bütün Adana’dan görülünce bölgeye akın eden ailelerin, halkın olası bir tepkisini bastırmak üzere ilçeye polis ve jandarma takviyesi göndermek, mahalleyi abluka altına almak. 17 Ağustos depreminden, Soma’dan, Ermenek’ten ve başka cinayetlerden bildiğimiz manzaralar. Bir de tabii derhal katliama ilişkin yayın yasağı da getirdiler. Gerekçe, “yurt çapında huzur ve güven ortamının bozulmaması”. Bu ülkede küçücük bebelerin cenazeleri buzdolaplarında saklanırken, 9 yaşındaki kız çocuğu kendisini taciz eden adamı görme korkusuyla kalp krizi geçirip ölürken, her gün başka bir köşeden çocuklara yönelik cinsel taciz ve tecavüz haberleri yükselirken, vakaların sayısı on binlerle anılırken hangi huzur, hangi güven ortamı?

Şimdi neymiş soruşturma açılacak, zafiyetler ortaya çıkacakmış. İtirazımız olmaz elbet ama meseleyi binanın projesini çizen mimarla, inşaatını, elektrik tesisatını yapan firmalarla sınırlandırmalarına izin vermeyelim. Daha yangın tam olarak söndürülmeden canlı yayında habercilerin yönelttiği “itfaiye ekipleri yurtta denetim yaptı mı” sorusuna “şimdi seyircilerin karşısında çok zeki sorular sorduğunuzu zannetmeyin” diye cevap vererek üste çıkanlardan da, o binanın bir öğrenci yurdu şeklinde kullanıma uygun olmadığı halde buna göz yumanlardan da, kader deyip geçen profesörlerden de ama hepsinden önemlisi kendi sorumluluğunu bu cemaatlere ve vakıflara devreden sonra da onları tümüyle denetimsiz bırakarak çocukları heba eden hükümetten de hesap soralım. Çünkü Adana’daki katliamın her düzeydeki sorumlularının üzerine gitmek, peşini bırakmamak kaybettiğimiz canlara olan borcumuz.

Yenilerinin olmasını engellemek ise görevimiz. Yoksa bu son olmayacak. 2008’de Konya’da Kuran kursuna giden kız öğrencilerin kaldığı yurtta gaz sıkışması sonucu yaşanan patlamada bina çöktüğünde 17 öğrenci enkaz altına kalarak yaşamını yitirmişti. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, binanın ruhsatı olup olmadığı sorulduğunda “Şimdi hayatlarla ilgileniyoruz” demişti. O hayatlar yitip gitti, kimse sonra başka bir şeyle ilgilenmedi. Ölenlerin, yaralananların ailelerinin üzerinde öyle bir baskı kuruldu ki sadece tek bir veli, o da ancak olaydan iki yıl sonra şikâyetçi olabildi. Neredeyse tam bir yıl önce 1 Aralık 2015’te Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde yine bir Kuran kursu binasında çıkan yangında da 6 öğrenci yaşamını yitirmiş, onların cansız bedenleri de balkon kapısının önünde yığılmış şekilde bulunmuştu. Bu yurtlarda ve tüm eğitim kurumlarında denetimsizlik devam ettiği sürece, maalesef bu listeye yenilerinin eklenmesi de kaçınılmaz olacak. Şimdi öfkemizi kusup bir sonraki katliama kadar köşemize çekilmeyelim. Cemaat ve vakıflara ait olanlar da dahil tüm özel eğitim kurumlarının ve yurtların kamulaştırılması için; her öğrencinin nitelikli eğitim ve barınma imkânlarına ücretsiz ulaşabilmesi için mücadele edelim. Eğitim kurumlarında ve yurtlarda devlet denetiminin yanında öğrenciler, veliler ve eğitim emekçileri sendikalarının denetimini savunalım.

Aralık 2005’te Bursa’da Nilüfer’de çıkan yangında fabrikaya kilitlendiği için yanarak can veren 5 işçi kadın bu 11 çocuğun ablalarıdır. Mart 2012’de İstanbul’un karında kışında, Esenyurt’ta bir inşaatta, kaldıkları derme çatma çadırda acil durumda çıkacakları ikinci bir kapı olmadığı için yanarak can veren 11 işçi de ağabeyleri. Hepsi aynı aileden, işçi sınıfından, emekçi halktan. Hepsinin de kaderi değil ama katili bir, her şeyin merkezine kâr hırsını koyan, bunun için her türlü gericiliği besleyen sermaye düzeni. Yıkalım bu köhne düzeni ve kimsenin burnunun bile kanamayacağı bambaşka bir dünya kuralım.