Neden şimdi laiklik?

 

 

Her türlü baskıcı rejim, doktriner bir çerçeveye de oturtularak ve zaman zaman milliyetçi, zaman zaman tekfirci/gerici bir söylemin ardına sığınılarak işkence gibi insanlık dışı yöntemlerin kullanılması, ırkçılık, totaliterlik, mezhepçilik, teröre başvurma, terör aracılığıyla kitleleri sindirme ve böylece de demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması biçimindeki uygulamalarla karşımıza çıkabilir. Bu türden uygulamaların, kitleleri sindirme ve korkutma amacıyla polisin her türlü gösteriye müdahale etmesi, insanlık dışı uygulamalarla sivil insanların yaşama hakkının kentlerin abluka altına alınması yoluyla ortadan kaldırılması biçiminde genişletilmesi ya da insanların en akla gelmez nedenlerle hapse atılması yoluyla geliştirilmesi kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir.

Elbette bütün bunlar, madem ki milliyetçi/dinci/mezhepçi bir söylemin ardına sığınılarak gerçekleştirilecektir, bu durumda “vatan için ölme”, “kan dökme”, “kin duyma”, “güçlü olma”, “birlik ve beraberlik”, “itaat etme”, “devletin kutsallığı”, “dindarlık” gibi kavramların insanların kafasına bir biçimde sokulması gerekecektir. Nitekim böyle baskıcı bir rejim için insanların temel hakları devletin onlara verdiklerinden ibarettir ve hiç kimse daha fazlasını istememelidir; zira devlet, bütün milletin ve onun her bir mensubunun hayatının tümünü yönetir. Muhaliflerin hain ya da terörist, buna karşılık devletin “hizmetinde”(!) olanların kahraman sayılması bundandır. Böyle bir rejimin karşılaştığı sorunları başkasının hak ve özgürlüklerinin engellenmemesi ve yaşam hakkına ya da en basitinden genel hukuk kurallarına saygı çerçevesinde çözmesi, “Yahudi aşığı bir Nazi” ne kadar mümkünse o derecede olanaklı olacaktır.

Şimdi bütün burada anlattıklarımızı yapmak istedikleri yeni anayasaya da yerleştirmek isteyeceklerdir. Ama elbette insanlar da uysal koyun değildir ve tam da bu nedenle bu türden bir değişime ikna edilmeleri gerekir. Toplumun nasıl ikna edilmeye çalışılacağının ilk ipuçlarını, laiklik konusundaki açıklamalarıyla meclis başkanı vermiştir zaten, ya da en azından tepki ölçülmüştür. Dolayısıyla neden şimdi bir laiklik tartışmasının başlatıldığını anlamak için çok zeki olmak gerekmez, zira bu hiç de tesadüf değildir: Başkanlık sistemi ile birlikte otoriter rejimlerini sağlamlaştırabilmek adına “dindar, yerli ve milli” bir anayasa yapıldığı ilan edilerek halkın önüne sunulacak, böylece “%99’u Müslüman olan bir toplum” demagojisi çerçevesinde insanların din duygusu istismar edilerek onların rızaları alınmaya çalışılacaktır. Böylece sadece başkanlık sistemi meselesini değil, ondan çok daha önemlisi anayasaya yerleştirecekleri ve emekçilerin her türlü haklarını gasp edecek, onları esnek ve güvencesiz çalışma koşullarıyla karşı karşıya getirecek maddeler de gözden kaçırılmış olacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz baskıcı bir rejimin toplumun gözünde meşrulaştırılması ancak böyle mümkün olabilir çünkü.

Sosyalistler, devletin dinden bağımsızlaşması anlamında elbette laikliği savunmak zorundadır, zira her türlü tekfirci ve mezhepçi politika bu ülkede bir iç savaş çığırtkanlığı yapmaktan başka bir anlama gelmez. Ancak sorun, sadece laikliği savunarak aşılacak bir sorun değildir, iktidara karşı topyekûn bir mücadeleyi gerektirir. Çünkü bu ülkede din bir endüstri haline gelmiştir ve bu endüstriden en büyük çıkarı sağlayan tarikat ve cemaatler, üyelerinin sadece manevi ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda maddi ihtiyaçlarını da karşılar bir niteliğe sahiptir. Bu, insanların soyut bir laiklik propagandasıyla ikna edilemeyeceklerini, topyekûn bir mücadele için yukarıda bahsettiğimiz baskıcı ve gerici politikalardan etkilenen kitlelerin sınıf mücadelesine kazanılması gerektiğini gösterir.