Koç testi

Gramsci Ekim devriminin hemen ertesinde yazdığı ünlü bir yazısında (“Kapital’e Karşı Devrim”) abartılmış, ama çok önemli bir gerçeğe parmak basan bir gözlem yapar: “Rusya’da Marx’ın Kapital’i proletaryadan ziyade burjuvazinin kitabıydı. Kapital, Rusya’da bir burjuvazinin, bir kapitalist dönemin, Batı tipi bir ilerlemenin zorunlu olduğunu gösterecek hayati kanıttı…”

Rusya’da önce “legal Marksistler” diye bilinen, sonradan bütünüyle liberalleşen bir ekolün, en başta Pyotr Struve’nin Marx’ı kullanış tarzını anlatmak bakımından bütünüyle doğrudur bu. Bizde de 1960’lı ve 70’li yıllarda şimdi genç kuşakların tanımadığı Ali Gevgilili örneğinde cisimleşirdi bu yaklaşım. Gevgilili, Marksizmin kategorilerini kullanarak yükselen burjuvazinin ne kadar önemli bir tarihsel misyon görmekte olduğunu soğukkanlı görünen bir söylemle anlatırdı. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde Türkiye’de de bu yaklaşım solda liberalizmle bütünleşiyordu. Gevgilili bir İdris Küçükömer hayranıydı!

Solda liberalizme yatkın kalemlerin bu Marksizm kullanımı, şimdi öyle anlaşılıyor ki liberalizmle hiç ilgisi olmayan yazarların da alet edevat kutusunun bir parçası olmuş. Ama önce ana rotamızdan kısa bir süre yan yola sapalım.

Taner Timur’a saygı

Türkiye solunun neredeyse tamamının saygıyla andığı şahsiyetler vardır. Taner Timur da son yıllarda felsefe, tarih ve siyaset teorisi alanında adım adım bunlardan biri haline geldi. Timur, özellikle çağdaş Marksizm içinde uluslararası planda ortaya çıkmış olan çeşitli akımları, felsefe alanındaki öteki sol düşünürleri ve tarih alanında Marksist teorinin gelişimini Türkçe’de özetlemek bakımından çok olumlu bir işlev gördü. Tüyap Kitap Fuarı’nda evvelki yıl onur konuğu olması bu bakımdan olumlu bir jest oldu.

Ne var ki, bu tür konumlar insanları daha da sorumlu davranmaya mecbur kılar. Bir Taner Timur yakıcı bir sorun konusunda köşeli bir fikir belirttiğinde, daha genç kuşaklar, önce onların öğrencisi olan, kendileri de artık düşünce üretimi alanında eserler vermekte olan akademisyenler ve teoriyle uğraşan diğerleri, sonra bu teorisyenlerin kendilerinin her kuşaktan öğrencileri ve en sonunda ve belki de en önemlisi onların öğrencisi bile olmamış, ama solda kazandıkları statü dolayısıyla onların söylediklerine önem veren gençler, bu fikri bir “üstat” tarafından ifade edilmiş, ağırlığı olan, aksine bir argüman olmadıkça doğru olan bir düşünce olarak kabul edecektir. Örnek düşünür olmak insana istemediği kadar ağır bir yük ve görev yükler.

Mustafa Koç ve Taner Timur

Mustafa Koç’un ölümü, Türkiye’de solun nasıl bir sol olduğuna dair kolayca kullanılabilecek bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Bazıları Cumhuriyet gazetesinde yazılan güzellemelerden rahatsız oldu. (Gazetenin ertesi günkü manşeti: “Türkiye Koç’a üzüldü”; ortada iki sayfa boydan boya: “İş dünyası parlayan yıldızını kaybetti”; Cumhuriyetçilerin “üstat”larından Emre Kongar’dan tam Gramsci’lik bir başlık: “Mustafa Koç: Demokrat ve Uygar Bir Burjuva”; bir başka köşe yazarından bir inci: “Binlerce insana iş ve ekmek veren bir şirketin başındaydı Koç.”) Bu rahatsızlığı anlamak çok zor. Koç yaşarken iki-üç haftada bir Koç Holding’e ilişkin olumlu haberlere, onların kendilerini öven, savunan, özürleyen görüşlerine yer veren eskiden Kemalist, şimdi liberal-Kemalist kırması bir gazeteden başka ne beklenebilirdi ki, Cumhuriyet’e sitem ediyorsunuz?

Aydınlık denen, dün Mustafa Kemal’in, bugün Tayyip Erdoğan’ın askeri olan yayın organı, bu zigzaglardan bağımsız olan “ulusal burjuvazi” çizgisine sadık Mustafa Koç’a saygısını “amiral gemisinin kaptanı” benzetmesiyle dile getirdi.

Bunlar bizim için sitem konusu olamaz. Ama sitem etmemiz gereken bir yazar var: Taner Timur. Marksizm alanında onca saygı gören, onca saygıdeğer eser de vermiş olan Timur, Mustafa Koç’un ölümünü neredeyse bütün Koç ailesinin geçmişini temize çıkarmak için bir vesile olarak kullanmış. “Koç Ailesi’nin ‘Saga’sı ve Bir Koç’un Ölümü” başlığını taşıyan bir yazıda, Timur büyük ölçüde Vehbi Koç’un anılarından, biraz da kendi hatırladıklarından hareketle, hem dedeye, hem de toruna epey bir övgü yapıyor.

Dedeye, yani Vehbi Koç’a, yani Türkiye’nin bir numaralı tekelinin kurucusuna ilişkin neler yok neler! Mesela Vehbi Koç’un geçmişi hatırlayış tarzına yer verilmiş:  “…çocukluğumun geçtiği yıllarda evlerimizde ne akar su, ne elektrik ne de ısınmak için kömür sobası vardı” diyor Vehbi Koç. Taner Timur ekliyor: “Dede Koç’un hayata başladığı maddi ortam işte bu; o tarihlerde sıradan bir ailenin yaşam çerçevesi!” Burada kendi kendini yetiştirmiş, yokluktan, fakirlikten yükselmiş kapitalist edebiyatına katkıyı görmemek mümkün mü?

Vehbi Koç iş hayatına girerken Türkiye’de ekonomik yaşam gayrimüslimlerin kontrolü altındadır Timur’a göre. Ama Koç Yahudi, Ermeni ya da Rum bütün bu insanlarla işbirliği yapacaktır. Taner Timur bundan sonuç çıkartıyor: “Koç’ların iş alanında çağdışı din fanatizmi ve dar milliyetçilikten uzak tutumları kuşkusuz ailenin lehine kaydedilecek bir tutumdur.” Ermeni katliamı yanlısı değillerdi, Rumlara Yahudilere düşmanlık yapmadılar diye seviniyor ve bizi de sevindirtmek istiyor Taner Timur.

Koç’un servetinin temelinde muhtemelen önemli bir katkı olarak savaş vurgunculuğu da vardır. Timur’a göre Vehbi Koç bunu itiraf da ediyor: “Savaş yıllarında karaborsacılık ve Milli Korunma Kanunu uygulamaları, şirket kârlarını artırmış olsa bile, iş dünyasını da kirletmiştir. Koç Holding kurucusu bu karanlık dönemi, özeleştiri de yaparak şöyle anlatıyor: …” Özeleştiri yapınca hepimizin ruhu hafifliyor mu?

Taner Timur Vehbi Koç’un Menderes döneminde CHP’den ayrılma yönünde yapılan baskıya nasıl direndiğini anlatıyor. Böylece Mustafa Koç ile ilgili ana temaya ilk gönderiler yapılmış oluyor. Göreceğiz, Vehbi Menderes’e direndiyse, Mustafa da Tayyip Erdoğan’a direnmiştir Timur’a göre.

Taner Timur 27 Mayıs dönemini anlatırken Vehbi Koç’un anılarına ilaveten kendi kişisel belleğini de devreye sokuyor: “Burada artık benim anılarım da devreye giriyor” diyor. İnsan merak etmeden duramıyor. Neden 27 Mayıs dönemiyle ilgili olarak devreye giren anıları, çok daha yakın olan 12 Eylül dönemiyle ilgili olarak canlanmıyor. Neden Vehbi Koç’un 12 Eylül cuntasına yazdığı mektubu, cuntanın elindeki tutsakların cezalandırılması yolundaki taleplerini hatırlayamıyor Taner Timur?

Dedeler ne torunlar yetiştirmiş!

Taner Timur dededen toruna geçtiğinde ilk hatırladığı Mustafa Koç ile tek karşılaştığı ortam. Koç Vakfı Timur’un sevdiği bir akademisyene ödül vermiş. Timur da bir Marksist olarak Koç Vakfı’nın ödül törenine herhangi bir yere gider gibi gitmiş. Neredeyse yapmadığı övgü kalmıyor tören için: “Büyük burjuvazinin laik cumhuriyete bağlılığını gösteren ve bunu da yaşamı laik cumhuriyetle özdeşleşmiş bir akademisyeni ödüllendirerek simgeleyen güzel bir törendi”. “Burjuva” ve “burjuvazi” kelimesini kullandı mı Türkiye solcusu kendini emniyette hissediyor anlaşılan. “Ben böylece Marksist olduğumu ilan ediyorum, bayraklar karışamaz.” Böyle hissediyor. Ama Gramsci ne diyordu? “Rusya’da Marx’ın Kapital’i proletaryadan ziyade burjuvazinin kitabıydı. Kapital, Rusya’da bir burjuvazinin, bir kapitalist dönemin, Batı tipi bir ilerlemenin zorunlu olduğunu gösterecek hayati kanıttı…” Türkiye’de de anlaşılan sadece 1970’li yıllarda Ali Gevgilili için değil, 21. yüzyılda Taner Timur için de hâlâ öyle. Burjuvayı öv, ama burjuva de. Solcu sicilin bozulmaz.

Timur’un Mustafa Koç’u ve yönettiği Koç Holding’i betimlemek için kullandığı sıfatlar da psikanalitik bir metin okuma yöntemini kışkırtıyor. Koç’u ilk tanıdığında izlenimini şöyle özetliyor: “Heybetli bir adam”! Yaptığı işi ise şöyle tasvir ediyor: “Dev bir kuruluşu genç yaşlarında yıllarca yöneten bu üçüncü nesil temsilcisi”. Ne demeli? “Heybetli” ve “dev” gibi kelimelerden daha tarafsız sıfatları biz biliyoruz. İyi bir yazar olan Taner Timur bizden kuşkusuz daha iyi bilir!

Taner Timur’un Mustafa Koç’a övgüsü bununla sınırlı kalmıyor. Hakkında duyduklarını tekrarlıyor: “Sevecenmiş, kalendermiş, halka yakınmış ve en önemlisi de laik bir cumhuriyetçi, samimi bir Atatürkçü imiş; yakınları onu böyle anlatıyorlar.” 20. yüzyılın en büyük tiyatro yazarı Bertolt Brecht, güncesine düştüğü bir notta yine dâhiyane bir gözlemde bulunuyor. Kelime kelimesine tekrarlayamayacağım ama meali şöyle: “Psikanalizin büyüklüğünü şurada görebiliriz ki, burjuvanın dahi bir ruhu olduğunu kanıtlamıştır.” “Sevecen”… “Kalender”… “Halka yakın”… Mustafa Koç’un dahi bir ruhu varmış demek ki! Ama bu onun tarihteki yerini nasıl değiştiriyor?

Taner Timur nihayet Mustafa Koç için tarihin, pardon kendi hükmünü veriyor: “Mustafa Koç son yolculuğuna çıkarken, daha çok, bir karşı-devrim ortamında zulme direnenlere yardım eden yönüyle anımsanmalı diye düşünüyorum. Bir Haziran günü, bir ‘kalender’ iş adamı olarak ‘çapulcu’ların yaralarını sararken…” Neredeyse, Florence Nightingale Çanakkale’de Mustafa Kemal’in yaralarını tedavi ediyor! Ne kadar romantik! Aynı zamanda uç derecede siyasi: “Bir karşı-devrim ortamında zulme direnenlere yardım eden” biri. Mustafa Koç neredeyse devrimci bir tarihi şahsiyet olacak. Ya da devrimcilerin müttefiki. Eskiden dendiği gibi “yardımcı güç”.

Taner Timur acaba Ali Koç bu dünyadan ayrılınca kendisinin “kapitalizmin bir eleştirmeni” olarak mı hatırlanmasını uygun bulurdu? Metot bu mudur?

Taner Ağabey, teori ve felsefeye geri dön!

Türkiye’de sol, hatta kendini Marksist olarak gören aydınlar dahi Marksizmi yalnızca bir bilim olarak görmekte ısrarlı. Marksizm tarihe tepeden bakan, soğukkanlı önermelerle bir düşünce sistemini ortaya koyan bir bilimsel akım onlara göre. Bu işte Gramsci’nin Rusya’da Marksizmin gördüğü işlevi anlatırken üzerine gittiği anlayış.

Bu Marksizm değildir! Bu Hegel’ciliktir! Taner Timur Türkiye’nin genç sosyalistlerine Althusser ve Sartre ve Habermas ve diğerleri konusunda çok özlü bilgiler veriyor. Marx ve Engels’in Osmanlı’yı nasıl gördüğünü güzel anlatıyor. Bu çalışmaları çok değerlidir. Ama pratiği merkezine almayan, sınıf mücadelesinin kılavuzu olmayan, proletaryanın burjuvaziye kinini içermeyen bir somut analiz Marksizm adını hak etmez. Marksizm önce dışarıda “soğukkanlı” ve “tarafsız” hazırlanan, neden sonra bir reçete gibi sınıf mücadelesine dışarıdan verilen bir düşünce sistemi değildir. Teori-pratik birliğidir!

Halk düşmanı komünistler!

Türkiye’de 28 Şubat’tan bu yana bir sözde Marksist tipi türedi. Marifeti: Kitleleri küçümsemek, halka tepeden bakmak, hakikati kendisinden (ve elbette kendisiyle aynı düşünen seçkin arkadaşlarından) başka kimsenin keşfedemediğinden emin olmak. Bunlar genellikle, hiç de rastlantı olmayan biçimde, “cumhuriyetin kazanımları” kavramını sosyalist politikanın merkezine koyan aydınlar.

Mustafa Koç’un ölümünden sonra Cumhuriyet gazetesinin ve Taner Timur’un tutumu bunlardan birini, Fatih Yaşlı’yı çok kızdırmış. Bunu anlayabiliriz. Ama o da ne? Fatih Yaşlı bu kurumlara ve şahıslara hücum ederken bir de şu yargıda bulunuyor: “…aklı, tarih bilinci, vicdanı iğdiş edilmiş, köle ahlakını içselleştirmiş, böcekleştirilmiş kitleler çağındayız.” Bir “ilerici” burjuva kurumunun (Cumhuriyet) ve bir sosyalist teorisyenin (Taner Timur’un) yaptığı hatalar size neden “böcekleşmiş kitleler” gibi bir kavramı hatırlatıyor? Bütün çağlarda ve coğrafyalarda, ideoloji hâkim sınıflar lehine kitleleri düzene bağlamaya yönelik üretim yaptığına göre, bugün aynı şey ortaya çıktığında, neden ideolojinin taşıyıcılarına, yani kültürel kurumlara ve aydınlara değil de kitlelere saldırıyorsunuz? Pes!

İşte bu beyefendi, Koç’u öven koroya karşı argümanını esas neyin üzerine yerleştirmiş biliyor musunuz? Koç Holding’in “12 Mart’tan beri İslamizasyonu sermayenin kurtuluşu olarak gören” bir odak olmasına veErdoğan döneminde ekonomik performans bakımından en iyi dönemini yaşamasına. “On üç yıl boyunca kamusal varlıklar ‘özelleştirme’ adı altında sermayeye peşkeş çekilirken TÜPRAŞ’la aslan payını alan, devasa büyüyen, kârına kâr katan bir sermaye grubu, nasıl olabiliyorsa, AKP karşısında laikliğin temsilcisi, cumhuriyetin garantisi, çağdaşlığın bekçisi olabiliyor.”

Daha da açık şöyle söylüyor: “13 yıllık AKP iktidarında grubun toplam varlıklarında yüzde 436,5'lik, ödenmiş sermayesinde ise yüzde 127,3'lük artış yaşanıyor, yani 13 yılda holdingin varlıkları 5 katına, ödenmiş sermayesi ise 2,3 katına çıkıyor. 2002 sonunda 12,9 milyar lira olan satış gelirleri, 2014 sonunda yüzde 430'luk artışla 68,3 milyar liraya yükselmiş bulunuyor.”

Yani? Burada Cumhuriyet’in “Mustafa Koç AKP karşıtı bir kahramandı” argümanının ters yüz edildiğini, ama metodun aynı kaldığını görmemek mümkün mü? Şayet Koç’un kârı, şirket değeri, sermayesi falan AKP döneminde gerçekten zarar görseydi ve Mustafa Koç AKP’ye gerçekten muhalefet etseydi, ne diyecekti Fatih Yaşlı? Metot aynı: cumhuriyetçilik! Ama somut değerlendirme farklı: Koç, ötekilerin zannettiği gibi AKP karşıtlığı yapmadı, onunla ittifak halindeydi.

Böyle olunca o çok keskin yargılardan, o halk düşmanlığından hiçbir radikalizm çıkmadığını anlamak zor değil. Fatih Yaşlı sadece Koç’un AKP’ye gerçekten muhalefet etmediği halde yüceltilmesine içerlemiş.

Bir ayrıntı

Koç’u “aydınlanma” savaşçısı olarak gören de, Tayyip Erdoğan’la arasından su sızmayan müttefik olarak gören de yanılıyor. Bu gazetede ve sitede o kadar çok yazıldı ki sadece özet olarak söyleyeceğiz. Koç, TÜSİAD burjuvazisinin lideri olarak, Tayyip Erdoğan’ın işçi düşmanı ve emperyalizm yanlısı politikalarından yararlandığı ölçüde onu desteklemiş, ama burjuvazinin kendi içindeki derin bölünme dolayısıyla da yer yer ciddi şekilde muhalefet etmiştir. Konu da “aydınlanma” değil, çıkardır.

Çarpıcı bir nokta var. Bu tartışmanın iki tarafı da Mustafa Koç’un Gezi isyanı ve 17-25 Aralık sonrasında Tayyip Erdoğan düşmenin eşiğine gelmişken, onun böyle aniden düşmesinin yeniden bir halk isyanını tetikleyebileceği korkusuyla ya da ekonomik kriz tehdidi dolayısıyla bir “düzenli geçiş” stratejisi benimsediğini ve Tayyip Erdoğan’a son yıllarda düpedüz destek olduğunu yazmamış.

İki taraf da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi başbakanı Neçirvan Barzani’nin Mustafa Koç’un mezarını neden ziyaret ettiğini kendine sormamış. Sorsalardı, belki Gezi ve 17-25 Aralık sonrasında Koç’un “düzenli geçiş” stratejisini onunla paylaşmak için istediği randevuyu bir türlü alamadığını, sonunda randevuyu ancak Mesut Barzani’nin arabulucuğuyla alabildiği gerçeğini öğrenir ya da hatırlarlardı. Neden? Türkiye’nin en güçlü kapitalisti başbakanından randevuyu neden bir yabancı siyasetçi sayesinde alabiliyor? Bu soruyu sorsalar şu cevabı elde ederlerdi: Koç Tüpraş’ın yeni sahibi olarak Kürt petrollerine göz dikmiştir ve bu yüzden Barzani ile çıkarları iç içedir. Erdoğan-Barzani ilişkilerinin de ne kadar yakın olduğunu hatırlarsanız sonuç ortadadır.

Mustafa Koç’u işçi sınıfına sorun!

Ama bunların hepsi teferruat. Koç Holding ve elbette onun üçüncü kuşak yöneticisi Mustafa Koç, Türkiye kapitalizminin işçi sınıfının sömürüsüne dayanan hâkimiyetinde merkezi rol oynamış aktörlerdir. Kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki mücadelenin toplumun varoluşunda ve gelişiminde belirleyici olduğunu düşünen herkes, demektir ki bütün Marksistler, Mustafa Koç’u, her türlü ayrıntıdan önce bu özelliğiyle düşünür, bu özelliğiyle hatırlar.

Marksistlerin ve sınıf bilincine sahip işçilerin hatırlayacağı sadece, daha altı ay önce Bursa’dan başlayarak bütün Türkiye’ye yayılan fiili metal grevi karşısında TOFAŞ ve Ford Otosan’da Koç’un ne kadar çok işçiyi işten attığıdır. Koç Holding’in “sagası”nın merkezinde 12 Eylül öncesinde Türkiye’nin en militan ve güçlü sendikası Maden-İş’e karşı verdiği mücadele yattığıdır. 12 Eylül’de asker silahını DİSK’in üzerine doğrultmuşken Maden-İş’in yerine Türk Metal denen sarı gangster sendikasını geçiren sürecin merkezinde de onlar vardır. Yani 12 Eylül Fatih Yaşlı’nın sandığı gibi “böcekleştirilmiş kitleler çağı”nı açan bir darbe değildir. İşçi sınıfına sendikal ve siyasi düzeyde ağır darbeler vuran bir darbedir.

Türkiye’de kapitalizme karşı olan, Mustafa Koç’un arkasından “nasıl bilirdiniz?” sorusuna “işçi sınıfına sorun” diye cevap verir.

 

Bu yazının daha kısa bir versiyonu Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2016 tarihli 76. sayısında yayınlanmıştır.