İsyan kampını bölme paketi

Bir bütün olarak bakıldığında paket, halk isyanının var olan güçlerine sopa gösteriyor. Buna karşılık, halk isyanı yeniden parladığında onun saflarına katılma potansiyeli yüksek olan Kürt halkına uyuşturucular sunuluyor. Onu isyandan uzak tutmak başlıca amaç. Erdoğan ve AKP halk isyanına karşı kendini ayakta tutma savaşına devam ediyor. Bunun çok zor olduğunu yaşayarak göreceğiz.

Fil meydana çıktı ve herkes fili kendi meşrebine göre tanımlıyor. AKP ve Tayyip Erdoğan kuyrukçuları için kim bilir kaçıncı defa Türkiye’de devrim oluyor. Akşam gazetesi “Erdoğan devrimi” demiş, yağcılıkta rakip tanımayan Star “30 Eylül devrimi”, Güneş gazetesi benzetmiş sadece: “Devrim gibi”. Tarihi TKP’nin son genel sekreteri Nabi Yağcı da 12 Eylül 2010 anayasa referandumu için “devrimsi” demişti. Sonra nasıl madara olduğunu hep birlikte gördük. Star gazetesi o zaman da “halk yönetime el koydu” diye manşet atmıştı. 31 Mayıs’ta ayaklanan milyonlar halktan sayılmıyor tabii!

Karşı kamp ise dünyaya at gözlüğü ile bakmaya devam. Varsa yoksa Kemalizmin simgelerinin birer birer ortadan kaldırılmasının sözü ediliyor. Yurt gazetesi için “TC’yi adım adım tasfiye paketi”, Aydınlık için “Şeyh Tayyip paketi”. Sözcü Andımız’ın kaldırılması ve kamuda türban dışında gerisinin lafı güzaf olduğunu yazmış (özel eğitim kurumlarında Kürtçe eğitimi önemsemediğine göre, anlaşılan Kürtleri tarafsızlaştırma politikasına yöneliyor). Gözleri başka bir şey görmüyor.

Halk isyanının gözünden bakıldığında ise başka bir tablo görülüyor. Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı paketin en önemli maddesi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nda öngördüğü değişikliktir. Erdoğan, kendi iktidarını hiçbir hareketin yapamadığı kadar sarsan halk isyanına karşı yeni bir atağa hazırlanıyor. İstediğini gerçekleştirebilirse, bundan sonra miting ve yürüyüş düzenlemek valilerin iznine tâbi hale gelecek. Bunun bir “demokratikleşme paketi”nde yeri nedir diye sormayın demeyeceğiz, sorun! Hiç tartışılmayan, hiç beklenmeyen, tamamen konuyla ilgisiz olan bu unsurun pakete sızması kendi başına önemlidir çünkü!

Elbette, Erdoğan danışmanlarının tavsiyesiyle tamamen ikiyüzlü biçimde bunu da demokratikleşme olarak sunmuştur. Yok, hükümet komiseri kalkıyormuş da, yok müki amir (yani vali) sivil toplum kuruluşlarına danışarak karar verecekmiş de, bütün bunlar demokratikleşme demekmiş. Siz neticeye bakın. Toplantı ve gösteri yürüyüşünün yeri, zamanı vb. konusunda kararı vali verecek. Oysa Anayasa 34. madde ne yazıyor? “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” (Vurgu bizim). Şimdi izne bağlayacak.

Bu konuyu şöyle özetleyelim. Uzun zamandır, ama en azından 1 Mayıs 2013’ten bu yana uygulanan, isyan günlerinde de devam eden bir uygulama var. Gösteri hakkının polis tarafından bütünüyle yasa dışı, hatta anayasa dışı bir tarzda gasp edilmesi. Erdoğan şimdi bu uygulamaya yasal kılıf uydurmaya çalışıyor. Zor yapar!

Paralı askerlikten paralı Kürtlüğe

Kürt sorunu açısından bakıldığında, bu bir demokratikleşmeme paketi olarak nitelenmelidir. İçinde görünürde olumlu bir-iki maddenin olması bunu yarım yamalak da olsa bir demokratikleşme paketi haline getirmez. Her yasa ve uygulama değişikliği, içinde yer aldığı tarihi dönemin koşullarıyla değerlendirilir. Bu paket, 1982’de gerçekten “devrim gibi” olurdu. Kürt savaşının 30. yılının dolmasına az kala, 2013 yılı içinde yaşanan “süreç”in orta yerinde, paket demokratikleşmeye karşı direnmek anlamına gelir. Erdoğan ve yağcıları bin bir dereden su getiriyorlar: hemen olmazmış da, demokratikleşme bitmeyecek bir süreçmiş de vesaire. Ortada bir plan vardır: Kürt hareketi (yanlış bir politik adım içinde olmasını bir yana bırakalım bir an) Kürt halkının varlığının ve bazı kısmi haklarının tanınması karşısında silahsızlanmayı kabul etmiştir. Şimdi hükümet bu hakların tanınmamasında direndiğinde bunun anlamı, silahsızlanma da başka bahara kalsın demekten başka bir şey değildir.

Kürt hareketinin bütün bileşenlerinin ısrarla vurguladığı bazı önlemler bütünüyle görmezlikten gelinmiştir. Hareketin askeri mücadeleden siyasi mücadeleye geçişinin zemini olan KCK tutsakları hakkında kelime edilmemiştir. On binlerce Kürt kadrosunun hapiste tututlmasının yasal zemini olan Terörle Mücadele Yasası’nın anti-demokratik karakteri hakkında suskunluk sürdürülmüştür. Koruculuk denen iç savaş kurumunun ilgası konusunda en ufak bir adım atılmamıştır. Kürtlerin benimsediği demokratik özerklik uygulamasının önünü açacak önlemlerden söz yoktur. Bazı çokbilmişlerin sanki çok iyi haber alıyorlarmış gibi propagandasını yaptıkları Dersim adına dönüşten eser yoktur. Belki de en önemlisi, tutsak müzakereci ile yürünemeyeceği gerçeği karşısında Abdullah Öcalan’ın durumunda en ufak bir değişiklik niyetinden iz yoktur.

Yapılacağı açıklananların çoğu göstermeliktir. W, q, x, saçma sapan bir yasağın kaldırılmasıdır. Eşbaşkanlığın yasalaşması, yıllar süren pratik uygulamadan sonra, tek kelimeyle gülünçtür. Aynı şey Türkçe dışındaki dil ve lehçelerle propaganda için geçerlidir. Köylerin zorla konulmuş Türkçe adlardan kurtularak eski adlarına dönmesinin veya yeni adların benimsenmesinin İçişleri Bakanlığı’nın onayına tâbi kılınması ırkçılığın devam ettiğinin kanıtıdır. İl ve ilçelerin adlarının değiştirilmesi ise yasayla oluyor diyerek Erdoğan bu yasayı değiştirmekteki isteksizliğini ortaya koymuş olmaktadır. Kısacası, Kürtler “bizim uygun gördüğümüz adları bizim uygun gördüğümüz sınırlar içinde benimseyebilirsiniz” denmektedir. İsimlerden bile korkan bir demokratikleşme!

Baraj yüzde 50’ye çıkıyor!

Pakette üzerinde tartışmaya değebilecek yalnızca üç önlem vardır. Birincisi seçim sisteminde öngörülen, daha doğrusu tartışmaya açılacak olan daraltılmış bölgeye eşlik edecek yüzde 5 baraj önerisi. Bu, bir eliyle verdiğini öteki eliyle geri almaktır. Bir kere, dar bölge denen sistem mantıksal sonucuna götürüldüğünde İngiltere veya Fransa’daki gibi her seçim bölgesinden tek milletvekilinin seçilmesi anlamına gelir. Bu, küçük, yeni ve/veya radikal partilerin yüzde 10 kadar aleyhinedir. Çünkü bir bölgede yüzde 50’den fazla oy alamayan aday seçilemeyecektir! Sözü edilen her iki ülkede de seçmenlerin çok ilgisini çeken, oyları bazen yüzde 10’u dahi aşan, ama onyıllardır tek bir milletvekili bile seçtirememiş partiler vardır! Bu sistemin genel anti-demokratikliği yanında Kürt hareketi açısından karmaşık sonuçları olabilir. Bu sistemde bağımsız milletvekili seçtirmek, Kürt hareketinin geçmişte bunu başarmış olduğu birçok bölgede (örneğin İstanbul’da, Mersin’de veya Adana’da) olanaksızdır. Benzer biçimde buralarda parti listesinden adaylar da seçilemeyeceği için Kürt hareketinin Türkiye çapındaki oy oranı yüzde 5’in bile altına düşebilir! Bu da Kürt illerinde bile bir kişiyi dahi seçtirememek anlamına gelebilir.

İkincisi, partilere para yardımı için gerekli oyun yüzde 7’den yüzde 3’e düşürülmesidir. Bu önlemde radikal ve sol hareketlerden sadece Kürt hareketine, yani günümüzde BDP’ye yarayacak bir yan vardır. Bunu BDP’ye sus payı olarak nitelendirebiliriz.

En tartışmalı konu olan anadilinde eğitim ise bütünüyle bir sınıf sorunu haline getirilmiştir. Özel okullarda bu tür eğitimin yapılabilmesi olasılığı, Kürt burjuvazisinin çocuklarının Kürtlüğünü yaşaması ama Kürt işçi, köylü ve emekçi ailelerinden gençlerin asimilasyonuna devam anlamı taşır. Türkler arasında paralı askerlik yoluyla ayrım yaparak Kürt savaşında ölmek ve öldürmek işini Türk işçi ailelerin çocuklarına veren hükümet, burada da Kürt burjuvalarına “çocuğunu Kürt kültürüyle yetiştir ki yarın yeni sömürgemiz (şimdilik) Irak sınırları içindeki Kürdistan Bölgesi’nde bizim ajanlığımızı yapsın” demektedir.

Biat etmeyen Alevi’yi vur!

Alevi sorunundaki bu kadar tartışmadan, bu kadar çalıştaydan sonra paketten sadece Hacı Bektaşı Veli’nin adının çıkması, o alanda durumu tek kelimeyle vahim hale getiriyor. Kamu kurumlarında çalışan Sünni kadınlara başını örtme olanağını tanıyacak kadar radikal bir adım atarken, AKP Alevilerin cemevi açmasını hâlâ yasal güvenceye kavuşturamıyor! Bu nasıl çelişkidir!

AKP hükümetinin söylediği açıktır: şayet Cem Vakfı ve İzzettin Doğan gibi F-tipi Alevi değilseniz, size verecek bir şeyimiz yok! Siz halk isyanının sürükleyici güçlerinden birisiniz, biz de sizi ezeriz, çocuklarını öldürürüz, Sünni çoğunluğu uyuşturup oylarını alırız.

Bir bütün olarak bakıldığında paket, halk isyanının var olan güçlerine sopa gösteriyor. Buna karşılık, halk isyanı yeniden parladığında onun saflarına katılma potansiyeli yüksek olan Kürt halkına uyuşturucular sunuluyor. BDP’ye sus payı veriliyor, bu daha birinci taksit deniyor. Onu isyandan uzak tutmak başlıca amaç.

Erdoğan ve AKP halk isyanına karşı kendini ayakta tutma savaşına devam ediyor. Bunun çok zor olduğunu yaşayarak göreceğiz.