İspanya’da iki partili sistemin krizi

İspanya’da iki partili sistemin krizi

Pedro Marlez

Bu yazı, Avrupa Parlamentosu seçimleri vesilesiyle Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin (İspanya’nın yanı sıra İtalya, Yunanistan, Macaristan, Romanya, Danimarka, Finlandiya) seçim sonuçlarını değerlendirmek amacıyla o ülkelerin devrimci Marksistleri tarafından RedMed sitesi için yazılmış bir dizi yazıdan biridir. İspanyolca’dan Türkçe’ye Onur Koyunlu tarafından çevrilmiştir.

25 Mayıs Pazar günü, İspanya'nın yaşadığı siyasi krizde yeni bir perde açılmış oldu. Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarının belli olmasından birkaç saat sonra, ilk siyasi sonuçlar da ortaya çıkmaya başladı. 2011 sonbaharından bu yana ülkeyi mutlak çoğunlukla yöneten Partido Popular (PP - Halk Partisi), seçmenlerin kaybedilen güvenini geri kazanmak ve parti içinden yükselen şikayetleri yatıştırmak için alınacak önlemler üzerinde çalışma kararı alırken, sosyal demokrat Partido Socialista Obrero Español'un (PSOE - İspanyol Sosyalist İşçi Partisi) Genel Sekreteri de, karşı karşıya bulundukları birden çok krizi çözme hedefiyle bir olağanüstü kongre toplanması için çağrı yapıyordu. İki partinin de seçim sonuçlarını kutlamak için bir nedeni yoktu. 2009 yılında iki partinin toplam oy oranı yüzde 80'i bulurken, bugün bu oran yüzde 50 bile değil. PP seçmen desteğinin üçte birini kaybederken, PSOE için azalma daha da büyük ve ciddi. Çünkü hem iktidar partisinin yaşadığı yıpranmadan yeterince yararlanmayı bilemedi, hem de son 40 yıllık burjuva demokrasisi dönemindeki en kötü sonuçlarını aldı.  Geçen Pazar günü yapılan seçimler, kuvvetli bir iki partililik temeline yaslanan İspanyol siyasi sisteminin gerçek bir sarsılma yaşaması anlamına geliyor.

Büyük partilerin yaşadığı bu yenilgi, 1978 Anayasası ile doğan siyasi rejimin yaşadığı yıpranmaya tuz biber ekiyor. Gelişmekte olan ekonomik kriz, daimi olduğu sanılan yapıların, düne kadar dokunulmaz olan kurumların, yaklaşımların ve fikirlerin sosyal sınıfların bütünü tarafından sorgulanır hale gelmesine yol açıyor. Tarihte ilk defa monarşi, çeşitli skandalların etkisiyle popülerliğinde büyük bir düşüş yaşıyor. İnşaat sektöründe son yirmi yılda yaşanan patlama ve partilerin finansmanının yürütülüş şekliyle bağlantılı siyasi yolsuzluğun, sistemin temellerinden kaynaklandığı genel bir algı durumunda. Politikacılar ve sermayedarlar arasındaki bağlar, oy vermenin son derece sınırlı bir etkisinin olması, devasa parti aygıtları ve bunların bankalara olan borçları vs. konusunda giderek büyüyen farkındalık, temsili burjuva demokrasisinin kendisinin sorgulanır hale gelmesine yol açıyor. Polis şiddetini ve Fas ile olan sınırın denetimindeki insanlık dışı uygulamaları kanıtlayan görüntüler, son yıllarda herkesçe görülür hale geldi. Nihayet, devletin birliği dahi artık tartışılır durumda: Katalonya'nın bağımsızlığı için mücadele eden güçlü hareket, 1978'den beridir bütün bir siyasi sistemin altını oyuyor.

Siyasi kriz, Avrupa Birliği'nin altını oyan kapitalizmin kriziyle at başı gidiyordu. İspanya 2008'den bu yana en çok cezalandırılan ülkelerden biri oldu. Kapanan şirketler, sanayideki çöküş, batık banka kredileri, özel sektör borcu ve devletin ve özerk toplulukların yaşadığı mali kriz, makro ekonomik rakamlarda açık bir yansımasını buluyor. Bugünlerde kamu borcu bir milyar Avro'ya yaklaşmış durumda ve Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yüzde100'ünü oluşturuyor. 6 milyondan fazla işsiz var ve bunların büyük bir bölümü herhangi bir sosyal yardım almıyor. Aktif nüfus, göçmenlerin ülkelerine dönmesi veya İspanyol işçilerinin başka ülkeleri göç etmesi nedeniyle düşmeye devam ediyor. Yaratılan sınırlı istihdam, kısa süreli ve düşük ücretli işlerden oluşuyor. Nihayet, iç tüketimde yaşanan uzun vadeli daralma, ülke ekonomisinin sürekli bir olağanüstü hal durumunda tutuyor. Devletin sağlık, eğitim, sosyal hizmetler ve diğer kamu hizmeti harcamalarında sürekli "kesintileriyle" ifadesini bulan bütçe tasarrufu, deflasyon eğilimini hızlandırmaktan öte bir işe yaramıyor. Hasta yalnızca, turizm gelirleri ve sanayi ihracatında ücretlerin düşük tutulabilmesinden kaynaklanan artış sayesinde hayatta kalabiliyor. Tek bir Avrupa para biriminin kullanımından dolayı aktif ve özerk bir sanayi ve para politikası izleme olanağının yokluğunda kapitalistler ve onların temsilcileri, sermayenin kârlılığını koruyabilmek için, içeride devalüasyonu, yani iş gücü piyasasının güvencesizleştirilmesi yoluyla maliyetleri azaltmayı ve kitlesel bir işsizlik ve yoksulluk ortamı yaratmayı seçtiler. Ekonomik kriz ve siyasi kriz birbirlerini belirliyor. Özerk toplulukların (bölgelerin) finansmanı ile ilgili tartışmalar bağımsızlık eğilimlerini güçlendiriyor, bütçenin sınırlı kaynakları sefaleti yaygınlaştırıyor ve bunun yarattığı memnuniyetsizlik siyasi sistemin meşruiyetinin altını oyuyor.

"Geleceksiz gençlik", yeni yoksullar, işsizler, evlerinden olan insanlar, emekliler, işleri tehlikede olan işçiler, bu durumdan sorumlu olan partilerden bir şeyler beklemek için hiçbir neden göremiyor. Avrupa seçimlerinde alışık olduğumuz yüksek oy vermeme oranı, bu seçimlerde seçmen sayısının yüzde ellisini aştı. Ancak bu seçimleri şiddetle alışılmışın ötesine taşıyan şey, büyük partilerin yaşadığı olağanüstü oy kaybı oldu.

Küçük partiler ise büyüyor. İspanyol siyasetinin özgün yanlarından birisi, PP'nin daha sağında bir siyasi alternatifin bulunmamasıdır. Popülist veya faşist aşırı sağ, diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak, 80'li yıllardan bu yana seçimlerde ağırlığı olacak bir örgüt yaratmayı başaramadılar. Ancak son yıllarda, temel amacı üniter devlet savunusu ve Katalonya'nın bağımsızlığını hedefleyenleri suçlu ilan etmek olan, "dirilişçi"* ve popülist karakterde güçler ortaya çıktı. Bunlardan ikisi, Unión, Progreso y Democracia (Birlik, İlerleme ve Demokrasi) ve Ciudadanos (Yurttaşlar), Avrupa Parlamentosu'na temsilci göndermeyi başardı. PP'den kopuş sonucu kurulan Vox ise, vekil seçtirmeye çok yaklaştı.  Medyanın bir bölümünden destek alan bu üç parti, iki ana akım partinin derin bir krize düştüğü anlarda burjuvazinin başvurabileceği yedek güçler olabilirler.

İspanyol siyasetinin diğer bir özgün yanı, Devleti oluşturan farklı ulusal toplulukların, önemli siyasi partilere sahip olmalarıdır. Katalonya'da, tarihsel olarak milliyetçi küçük burjuvazinin ve eğitimli orta katmanların partisi olan Esquerra Republicana (Cumhuriyetçi Sol), 1930'lu yıllardan bu yana ilk defa Katalonya'da bir seçim kazandı. Burjuvazinin büyük koalisyonu Convergència i Unió'nun (Yakınlaşma ve Birlik) iktidarda olduğu özerk yönetime destek vermekle birlikte pek fazla yıpranmamış olan bu parti her şeyden evvel, bağımsızlığın en tutarlı savunucusu olarak görülüyor. Katalan burjuvazisinin yaşadığı her kararsızlık, her taviz, bağımsızlık iradesinin cisimleşmiş hali olarak görülen ERC'nin desteğini daha da arttırıyor. Katalan parlamentosu, yürürlükteki İspanyol yasalarına aykırı bir biçimde, önümüzdeki Kasım ayında bir danışma referandumu yapılmasını karara bağladı. O tarihe kadar, referanduma karşı olan gruplarca desteklenen devletle referandumu savunan güçler arasındaki mücadele, bütün siyasi tartışmaları belirleyecek.

Bask Ülkesi'nde, sanayi burjuvazisinin geleneksel partisi Euzko Alderdi Jeltzalea (EAJ-PNV, Bask Milliyetçi Partisi) ile (bağımsızlık yanlısı solu ve merkez solu bir araya getiren) yeni Bildu koalisyonu arasındaki denge, önümüzdeki seçimlerde sert bir rekabetin yaşanacağına işaret ediyor. Bildu, şu ana kadar ılımlı ve uzlaşmacı EAJ-PNV'ye sadık kalmış önemli sektörlerin desteğini almayı başarırsa, kendi kaderini tayini savunan yeni bir cephenin açılmasıyla hükümet, bir başka zorlukla daha karşı karşıya kalmış olacak.

Bundan tam 3 yıl önce 15M hareketi, büyük öfkeliler (indignados) hareketi, ülkeyi sarsıyordu. Bu hareketin siyasi ifadesini bulamamış olması pek çok kişi tarafından üzüntüyle vurgulandı. Bugün gecikmeli de olsa bu hareketin kendisini siyasi olarak ifade edebilir hale geldiğini söyleyebiliriz. Dört ay önce medyada, Troykaya, Rajoy hükümetinin politikalarına ve bankaların iktidarına karşı, demokrasinin "yeniden tesisini" savunan bir girişim kendisini duyurdu. Podemos ("Yapabiliriz") fikri, birkaç yıl öncesine kadar reformist solda yer almış Madrid'li üniversite profesörleri ve zayıf durumdaki devrimci sol partiler arasında yer alan Izquierda Anticapitalista'nın (Antikapitalist Sol) yöneticileri tarafından ortaya atıldı. Başlıca dayanağı, televizyon tartışmalarında yüzünü sık sık gördüğümüz baş sözcüsü Pablo Iglesias'ın popülerliği olan bir proje olmakla birlikte, pek çok büyük ve orta büyüklükteki şehirde kendisini destekleyen "halkalar" örgütlemeyi başardı.  Komünist Partisi'nin hâkim durumda olduğu Izquierda Unida'nın (IU - Birleşik Sol) temsil ettiği reformist sol, oylarını arttırarak yüzde10 oranını yakalasa da, artışın daha fazla olması bekleniyordu. Sağın ve sosyal demokrasinin hâkimiyetine meydan okumak için, halktaki genel memnuniyetsizlikten yararlanma ve ve kitle hareketlerinin siyasi ve örgütsel ilgisini seçimlere yeterli ölçüde yansıtma konusunda başarısız oldu. Podemos'un kurulduğu aşamada, birlik çağrılarının önünde tek bir engel vardı: seçim listelerinin hangi yöntemle hazırlanacağı. Ve ayrıca bu yeni projede, reformizm konusunda herhangi bir sınırlama getirilmemişti. "Halkaların" örgütlenmesi konusunda kayda değer bir militanlık ve çaba gösteren Izquierda Anticapitalista, PSOE ile koalisyon kuran veya kurmayı hedefleyen IU ile anlaşmalarının olanaksız olduğunda ısrar etse de, Podemos'un programatik önerilerinde seçimlere haftalar kala yapılan değişiklikler konusundaki sessizliği çok şey anlatıyordu. Podemos'un programının nihai versiyonunda, toplumsal felakete karşı bir dizi acil talebin yanında, radikal demokratik taleplerin ötesine geçen hiçbir talep yok. Üstelik bu talepler çok da radikal değil. Örneğin hiçbir yerde, monarşiye karşı mücadele edilmesi veya NATO'dan çıkılması için mücadeleye atıf yapılmıyor. Programda Avrupa kurumlarının demokratikleştirilmesi, borçların denetlenmesi ve "gayri meşru" borçların ödenmemesi, bir kamu bankasının kurulması, stratejik sektörlerde kısmi kamulaştırmaya gidilmesi, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin desteklenmesi gibi talepler yer alıyor. Bu program gerçek anlamda tek bir antikapitalist tedbir içermediği gibi, bazı yönlerden IU'nun bile sağında kalıyor.  Avrupa solunu hakimiyeti altına alan demokratlığın bir versiyonu olmaktan ibaret: sınıfa referans yapmadan yurttaşlık ve "aşağıdakiler " söylemi, devrimci perspektifi olmayan bir hareketçilik. Podemos, halkın memnuniyetsizlik ve öfke içerisindeki geniş kesimlerinin temel isyanını cisimleştiriyor. Alınan olağanüstü seçim başarısı (bir milyondan fazla oy, yüzde8) değişim beklentisinin bir işareti. Bolivya, Ekvador ve Venezüella "deneyimlerine" yapılan açık göndermeler, Syriza'ya dizilen övgüler ve solda moda olan "demokratik kopuş", "kuruluş süreci" gibi ifadeler, projenin karakterini ele veriyor. IU ve Podemos'un önümüzdeki yıl yapılacak yerel, bölgesel ve genel seçimlerde ortak bir cephe kurmak için yapacağı muhtemel görüşmeler, derin bir kriz içerisindeki sosyal demokrasinin seçimlerdeki hegemonyasına meydan okuyacak geniş bir reformist sol projeye ışık tutabilir.

Seçimlerde Marksist solun desteklediği adaylar gülünç sonuçlar aldı. Yüz binlerce işçinin ve gencin siyasi rejimin temellerini ve kapitalizmin kendisini sorguladığı böylesi dramatik bir toplumsal bağlamda, devrimci sol marjinal kalmayı sürdürüyor. Reformist-bürokratik solun kuyruğuna takılmamayı veya bölgecilik-yurttaşçılık ideolojisinin büyüsüne kapılmamayı başarmış az sayıdaki grup, son yıllarda işçi ve gençlik mücadeleleriyle bağ kurmak için kayda değer çabalar gösteriyor olmalarına rağmen, bugün son derece zayıf durumdalar.

Birkaç hafta önce binlerce işçi ve genç Madrid'de bir eylem düzenledi. Tarihi bir gündü. Ülkenin çeşitli köşelerinden başkente yürüyerek gelen yüzlerce işçi, özelleştirmeye ve eğitim ve sağlık harcamalarındaki "kesintilere" karşı bir araya gelmiş kamu çalışanlarının, mahallelerden gelen öfkeli gençliğin, gerici kürtaj yasasına karşı mücadele eden feminist örgütlerin, patronlarıyla anlaşmazlık içerisindeki özel sektör işçilerinin ve sol sendikalardan militanların oluşturduğu "insan denizi" tarafından karşılandılar. Son dönemdeki sınıf mücadelesi açısından yeni bir dönemeç anlamına gelen kitlesel bir eylemdi. Yıllardan sonra ilk defa, ana akım sendikalarından ayrı, kitlesel bir sınıf eylemi gerçekleştirilmiş oldu.  Sendika bürokrasisinin pasifliğini kabul etmeyen, hükümetin politikalarına karşı mücadele etmeye hazır bir işçi hareketinin taşıdığı potansiyel ortaya kondu. Alternatif sendikaların koordinasyonu, ana akım sendikalarında mücadeleci akımların örgütlenmesi, güncel mücadelelerle dayanışma ve yenilerinin başlatılması, Katalonya'daki ve İspanya'nın geri kalanındaki işçilerin birliğinin sağlanması, birlikte eylem yollarının ve antikapitalist bir programın tartışılması. Anın görevleri işte bunlar. Bu görevlerin başarıyla gerçekleştirilmesi için, Avrupa'nın diğer yerlerindeki işçilerin ve onların örgütlerinin enternasyonalist desteği şart.

* Özgün adı“regeneracionistas” olan bu siyasi hareket, İspanya’ya hastır ve 19. ve 20. yüzyıllarda, siyasi yozlaşmaya karşı ulusun dirilişinisavunan, milliyetçi bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.