İblis ve IBSİD

Müjde! El Kaide programını uygulamak için mücadele eden “Ali kıran baş kesen” bir devletin Türkiye’nin güney komşusu olmasının eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Müjde! “Ali kıran, baş kesen” dedik, bütün Ortadoğu’nun birbirini boğazlamasına yol açacak bir uluslararası mezhep savaşının eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Müjde! Türkiye’de Sünni çoğunluk ile Alevi azınlığın birbiriyle çatışmaya girmesini kışkırtacak bir dönemin eşiğine gelmiş bulunuyoruz.

Bu müjde için büyük müttefikimiz Amerika’ya Bush döneminde (2001-2008) “teröre karşı savaş” açtığı için borçluyuz! Bu müjde için aynı büyük müttefikimizin Nobel Barış Ödül’ü almış şimdiki ilerici başkanı Obama’ya İslamcı örgütleri destekleyerek Suriye’yi mezbahaya çevirdiği için medyunuz. Bu müjde için Avrupa uygarlığının önderlerinden müttefikimiz Fransa’nın bir önceki başbakanı Sarkozy’ye diktatör Kaddafi’yi dize getirerek İslamcılığı Libya’da hortlattığı için şükran doluyuz. Bu müjde için aynı müttefikimiz Fransa’nın şimdiki “sosyalist” (!) başbakanı Hollande’a Mali’ye müdahalesi ile Magrip’te El Kaide örgütüne kan taşıdığı için teşekkür borcumuz var.

Elbette bu müjde için biz Türkiye’nin yurttaşları en çok Bosna’dan Endonezya’ya İslam dünyasının yeni önderi (!) Tayyip Erdoğan’a ve sıfır sorun diye başlayıp sıfır komşu bırakan Sıfır Ahmet Paşa Davutoğlu’na müteşekkiriz.

Türkçe’ye Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak çevrilen örgütün adı doğru çeviriyle Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti (IBSİD). Çünkü Şam Arapça’da bizdeki gibi Suriye’nin başkentinin adı değil. Suriye ile Lübnan’ı birlikte içeren “Levant”ın ya da Büyük Suriye’nin Arapça adı. Yani örgütün iddiası çok büyük: Irak, Suriye ve Lübnan’ı ele geçirecek ve bir İslam devleti kuracak. Ne tesadüf! Bu örgütün devletini kurmayı öngördüğü topraklar, tam da Şii Hilali diye bilinen, İran’ın hâkimiyeti altındaki ülkelerden oluşuyor. Irak’ta Maliki hükümeti, Suriye’de Beşar Esad, Lübnan’da ülkenin siyasi hayatında belirleyici güç olan Hizbullah, İran’ın Ortadoğu’daki en güçlü müttefikleri. Ne tesadüf ki, IBSİD’in lideri Bekir el Bağdadi, kurmayı hedeflediği devlete toprak olarak tam da bu üç ülkeyi seçmiş! Elbette teasdüf falan değil. Lütfen dikkat! Bu örgütün adını ister IŞİD diye söyleyin, ister bizim gibi IBSİD, ama şunu bilin: Bu örgüt, İslam dünyası ölçeğinde Şiileri ezmek için kurulmuş bir iç savaş örgütüdür. İslam’ın iç savaşıdır programı. Bu örgüt Ortadoğu’yu bir mezbaha haline getirme mücadelesini vermektedir. Ve bugün bu örgütü Suriye’nin bir bölümünü kontrol ederken bir yandan da Irak’ın başkenti Bağdad’ı fetih yürüyüşüne geçecek kadar güçlü kılan, emperyalizmin, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere Arap gericiliğinin ve Türkiye’de AKP iktidarının izlediği politikalardır.

George W. Bush’un sonuçları

Son çeyrek yüzyılda Irak halkının başına iki tane Bush bela oldu. İlki 1990-91 döneminde birinci Irak savaşını (“Körfez Savaşı” olarak da biliniyor) düzenleyen, yaptırımlarla bir milyondan fazla Iraklı’nın ölümüne yol açan baba Bush. Öteki 2003’te Irak’a savaş açan, ülkeyi işgal eden, bir buçuk milyondan fazla insanın hayatını söndüren oğul Bush. İkisi de George Bush. Arada sadece oğlun adındaki ilave W adı farkı var. Bir de W’nun salaklığı. İşte bu W, “teröre karşı savaş” adı altında dünya fatihliğine soyundu, araya yalan dolanla Saddam’ı El Kaide ile ilişkilendirerek Irak’ı da soktu, mercimek büyüklüğünde aklıyla Irak’ı İran’la aralarında düşmanlık olan Saddam’ın elinden alarak kendisinin Ortadoğu’daki en büyük düşmanı İran’ın eline teslim etti!

Irak’ın nüfusunun Kürt halkı dışında iki mezhep arasında bölündüğü biliniyor. İran’ın desteklediği Şii başbakan Maliki Sünnileri ağır şekilde horlayınca, Sünnilerin büyük sorunlarına cevabı IBSİD getirdi. Burada siyasi önderliğin nasıl somut tarihi koşullar altında oluştuğunu görüyoruz. Irak Sünnileri daha on yıl önce kendilerini çoğunluk Şiiler karşısında güçlü kılan ve güvenceye kavuşturan Saddam Hüseyin’in izleyicileriydi. Saddam’ın işgalci ABD tarafından düzmece bir mahkemede yargılanarak idam kılığında katledilmesinden sonra doğan boşluk işte şimdi IBSİD tarafından doldurulmuş bulunuyor. Saddam kadar, Arap dünyasının ölçüleriyle laik bir önderden Bekir el Bağdadi kadar bağnaz İslamcı bir öndere! Türkiye’de AKP’nin nasıl yükseldiğini anlamayanlara ve bu hegemonyanın kalıcı olduğunu sanıp krizler geçirenlere hatırlatmakta yarar var. Bakın, hem Sünni aşiretler, hem de Saddam’ın kızı Raghad Hüseyin’in IBSİD’i destekliyor. Sünnilerin liderlik ihtiyacına karşılık verdiği nasıl da açık IBSİD’in!

IBSİD’in doldurduğu bu boşluğu kim açtı? ABD. Sünnilerin böyle bir örgütte kurtuluş aramasına yol açacak ortamı kim yarattı? ABD. Bugün Obama yönetiminin IBSİD’e karşı kara savaşı açmayacağını ilan etmesi, ABD’nin belki de IBSİD’i İran’a karşı bir koz olarak kullanmaya yatkın olduğu izlenimi doğurabilir. ABD’yi Ortadoğu’nun kuklacısı, Ortadoğu’daki bütün öteki oyuncuları da kukla olarak görenler için bu elverişli bir açıklamadır. ABD bugün başarısızlıklar içinde çırpınan bir emperyalist güçtür. Bizim kanaatimiz IBSİD’in kimilerinin iddia ettiği gibi ABD emperyalizminin oyuncağı olmadığıdır. Taktik bir yararlanma çabası var mıdır, yok mudur, izleyip göreceğiz.

Karşı devrimcilik eken gericilik biçer!

Sünni Irak toplumunun IBSİD’de kendi sorunlarına bir çözüm bulduğunu saptamış bulunuyoruz. Peki, IBSİD nasıl oldu da kendini Sünni toplumuna kabul ettirdi, onun üzerinde bir hegemonya oluşturmayı başarabildi. Bunun tek bir açıklaması var: Suriye’de üç yıldır doğmuş olan siyasi vakum, başka İslamcı örgütlerin yanı sıra IBSİD’in de serpilip gelişmesi için uygun bir ortam oluşturdu. Türkiye’de her tür yalancı propagandanın kirletici etkisi altında kalmış okuyucuya, 2011 başında Tunus ve Mısır devrimlerinde halk kitlelerinin kazandığı zaferden cesaret kazanan Suriye yoksul halkının da 15 Mart 2011’de ayaklandığını, altı ay boyunca Esad’ın ayakta kalması için ne yapması gerektiği konusunda ona akıl veren ABD ve Türkiye’nin zamanla Suudi Arabistan ve Katar’ın da basıncıyla desteklerini Alevi kökenli Esad’ın karşısındaki Sünni İslamcı örgütlere yönelttiklerini, devrimin devrim karakterini bu süreç içinde yitirdiğini hatırlatmak gerekebilir.

İşte bugün IBSİD’in de içinde geliştiği ortam, ABD-AB-Suudi ve Katar gericiliği-AKP Türkiyesi desteğinde oluşturulan bu cehennemi savaştır. IBSİD’in kendisi, bu savaş içinde adım adım oluşmuştur. Önce El Kaide ile bağlantılı çalışan Nusret (ya da En Nusra) Cephesi Suriye’de Ahrar-üş Şam örgütünün arkasından en güçlü İslamcı örgüt haline geldi. Ardından Bekir el Bağdadi önderliğinde bir kanat mücadeleyi Irak’taki mücadele ile birleştirmeye yöneldi. Usame bin Ladin’in ölümünden sonra El Kaide’nin bir numarası haline gelen Eymen el Zewahiri’nin buna karşı çıkması üzerine, el Bağdadi Nusret Cephesi’nden koptu. 2006’da ABD işgali altında kurulmuş olan Irak’ta El Kaide örgütünü de kendi yanına çekerek Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti adı altında birleşik bir örgüt inşa etti. Yani IBSİD, El Kaide’den de daha radikal bir programın sahibidir. Bu örgüt, Suriye’deki bütün İslamcı örgütlerin karşısına almış olduğu bir örgüttür. Bir ara Suriye muhalif örgütleri arasında çıkan küçük çaplı iç savaşta direnci güçlü çıktığı için sadece ayakta kalmadı, bu sayede büyüdü.  Tarihi bir ihtiyaca cevap vermesi, yani Irak’ın Sünni toplumunun ezikliğine bir çözüm sunma iddiası dolayısıyla kazandığı destekle bugüne kadar geldi.

Bu tarihçeden çıkan ders şudur: Suriye denen cehennem olmasaydı, Irak’ta kendini halkın bir kesimine çözüm olarak sunabilen güçlü bir IBSİD olmayacaktı.

Demek ki, Nobel Barış Ödülü sahibi Barack Obama da Suudi Arabistan ve Katar’ın İran’ı alt edebilmek ve Arap devrimine karşı barikat olarak Ortadoğu’da Şiilerle Sünniler arasında bir mezhep savaşını kışkırtmayı hedefleyen stratejilerine onay vererek izlediği Suriye politikası dolayısıyla IBSİD’in yükselişinde ve Ortadoğu iç savaşının gündeme gelişinde büyük bir sorumluluk taşımaktadır.

Arap devrimine engel olmak için karşı devrimi örgütlemenin sonucu, en gerici örgütün üstünlüğü eline geçirmesi olmuştur. ABD ve Suudi Arabistan karşı devrim ekmiş, müthiş bir gericilik biçmiştir! Bu gericiliğin Suudi Arabistan’ın Vahhabi gerçeğine bile sığmaması ihtimali yüksektir!

Tayyip Erdoğan ve Sıfır Ahmet Paşa büyücü yamağı rolünde

Tayyip Erdoğan’ın genel olarak İslam âleminde, özel olarak da Arap dünyasında sözü dinlenen bir lider haline gelmek ve bu sayede bir yandan Batı emperyalizmi ile, bir yandan da TÜSİAD burjuvazisi ile pazarlık gücünü büyütmek yönelişi içinde olduğunu görmek için büyük gözlemcilik gerekmiyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun politikası da aslında tam da bu “büyüklük” arzusuna hizmet için tasarlanmış bir strateji idi. Ama Lafontaine’in masalında öküze özenip şişinen kurbağa gibi, bu stratejinin er geç Davutoğlu’nun elinde patlaması kaçınılmazdı. Geç olmadı, pek erken oldu. Türkiye, doğudaki neredeyse her komşusuyla kavgalı! “Komşularla sıfır sorun” politikası “sıfır komşu” politikasına dönüştü.  İnsanın içinden biraz ironiyle belki de Davutoğlu Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti’ni “bari düşman olmadığımız bir komşumuz olsun” diye desteklediğini söylemek geçiyor!

Bu başarısızlıklar silsilesi içinde Suriye politikası gerçek bir mücevher olarak parıldıyor. Suriye’yi İsrail’le barıştırmak için 2010’da ortak bakanlar kurulu toplatan ve sınır kapılarında bariyerleri kaldırtan Davutoğlu, son dönemde az kaldı bu ülkeyle resmen savaşa giriyordu! Esad’ı ayakta tutmak için altı ay uğraşan Türkiye devleti, neden sonra adamı canavar ilan ediyordu. Erdoğan’ın Ortadoğu hâkimiyetinde kilit rol oynamasını istediği ülkenin içinde doğan bir Kürt özerk bölgesi, yani Rojava Türkiye’nin en önemli kâbuslarından biri haline geliyordu. AKP hükümeti En Nusra’yı ve onun içinden çıkan IBSİD’i Esad’a ve Rojava’ya karşı destekliyor, ama onlar tarafından düzenlendiğinden hemen hemen kuşku duyulmaması gereken Reyhanlı ve benzeri saldırılara maruz kalıyordu. En sonunda, IBSİD Musul’u işgal ettiğinde Erdoğan ve Davutoğlu, dostlarına güveniyor ve konsolosluğun boşaltılması konusunda dışişleri kadrosunun tavsiyelerine rağmen hiçbir adım atmamaya karar veriyor, ama sonra dostlarından ihanet görüyordu. Şimdi en son marifet Bülent Arınç’ın: Televizyon kanallarının Ankara müdürlerini davet ettiği basın toplantısında, başbakan yardımcısı, “konsolosluğun boşaltılması” kavramını, sitemizde işaret edildiği üzere, “bayrağı indirip sıvışıp gitme” kavramına indirgeyerek bayağı bir demagojiye başvurmanın yanı sıra, bir de cüretkâr bir tavırla IBSİD’i hâlâ savunuyor: Konsolosluk işgalinin Türkiye’ye karşı bir yanı yokmuş. Şaka üzerine şaka gibi! Bu konsolosluk Kamboçya konsolosluğu da o yüzden işgal edilmiştir herhalde. Yoksa IBSİD’in Türkiye ile ne alıp vereceği olacak?

Konsolosluk işgali ayrıca hükümet yetkililerinin Mart ayı sonunda oynadığı oyunu da fena halde teşhir etmiştir. Hatırlanacağı gibi, 30 Mart seçimleri yaklaşırken aynı IBSİD Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in dedesi olduğu söylenen Süleyman Şah’a ait Suriye sınırları içindeki türbenin içinde yer aldığı Caber Kalesi’ni işgal etme tehdidinde bulunmuştu. Üç gün mühletli bir ültimatom vermişti Türkiye’ye. O zaman hükümet sözcüleri “T.C. toprağı” falan diye ortalığı velveleye vermişlerdi. Sonra Dışişleri Bakanı, onun müsteşarı, MİT müsteşarı ve bir generalin müzakerelerinin tapesi çıkmıştı. Belli olmuştu ki bunlar konuyu bahane edip savaş çıkartmayı planlıyorlar. Tapenin yararı bu uyduruk savaşı önlemek olmuştu muhtemelen. Şimdi konsolosluk baskını ve işgalinden sonra neden öyle celallenmiyorlar? Orası da T.C. toprağı! Rehinelerin canı söz konusu tabii, ama Arınç’a ne demeli? İşgal Türkiye’ye karşı değilmiş! Peki, Mart sonundaki o olayda bu örgüt yüzünden az kaldı Suriye’ye asker yollayıp savaş çıkaracaktınız. Nasıl oluyor da şimdi Türkiye’ye karşı bir şey olmadığına kefil oluyorsunuz konsolosluk eyleminin?

Bir hükümet ancak bu kadar rezil olur. Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu kontrol edemeyeceği güçleri harekete geçiren büyücü yamağı rolüne düşmüşlerdir. Bütün Türkiye bunun sıkıntısını çekiyor. Ya bunlar gidecek, ya da Türkiye’yi de kendileriyle birlikte batıracaklar!

Mezhep savaşına karşı sınıf savaşı!

Ortadoğu bir iç savaş dönemine her zamankinden daha fazla yaklaştı. Bir yanda Sünni gericilik, arkasına emperyalizmi alarak Şiilere ve Alevilere saldırmaya hazırlanıyor, öte yanda Şii gericileri buna karşı koymak için mezhep savaşından başka yöntem bilmiyor. Biz her iki tarafın da petrol ve doğal gaz zenginliğinin üzerine oturmak için mücadele ettiğini, bunların tek imanının dolar olduğunu biliyoruz! Bunlar artık değer için birbirlerinin gözlerini oymaya hazırlanıyorlar. Arada yoksul Arap, Fars, Türk ve Kürt halk kitleleri kurban olacak! Bunlar birbirlerinin camilerini yakıp ondan sonra din adına ceht ettiklerini iddia ediyorlar!

Bunlar Ortadoğu’yu bir mezbahaya çevirmeye hazırlanıyorlar. Bu mezbahada boynumuzu bunların cellatlarına uzatmak istemiyorsak tek bir yol var: Sınıf mücadelesini örgütlemek, Ortadoğu halklarını proleter enternasyonalizmi temelinde birleştirmek, Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nu mezhep savaşı programının tek gerçekçi alternatifi olarak yükseltmek!