Her şeyi ortada…

“Fakirin her şeyi ortada” demiş Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Birol Aydemir. Hayli önemli, tekrar değineceğiz bu veciz tespite.

Bir tespit de benden: Profesör Eser Karakaş’ın da her şeyi ortada. Taraf gazetesindeki söyleşisi dervişin fikri neyse zikri de odur’a tipik misal. Buradaki fikir her şeye rağmen AB’ci sermaye sevgilisi iktisat anlayışı.

Uzun söyleşide Türkiye ekonomisinin inkar edilemeyecek bazı özellikleri teslim ediliyor: “Sanayinin kullandığı girdi… ithalata endeksli. Türkiye’de büyüme dış kaynak sorunu yaratıyor...” Söyleşide konu ne yapmalıya gelince, bu sefer de Karakaş’ın hayal dünyasının beklentileri Türkiye ekonomisinin başka özelliklerini çarpıtmaya yol açmış. En bariz örnek devlet gelirleri meselesi.

Hep tartışılır hep eleştirilir. Vergi sistemimiz bozuktur, adaletsizdir. Zenginler vergi kaçırırken, maaşlıların ve ücretlilerin gelirleri daha ellerine geçmeden vergilendirilir. Buna bir de gelire bakılmaksızın uygulanan dolaylı vergileri ekleyin. Yani rakı, sigara içenin kim olursa olsun aynı miktarda vergi vermek mecburiyetini. Kabak gibi ortada olan bir saçma sapanlık. O kadar ki, sermaye yanlısı hükümetlerin bile zaman zaman kabul etmek zorunda kaldıkları, düzeltmeye çalışacaklarını söyledikleri Türkiye ekonomisinin olgusal bir gerçekliğidir bu durum.

Sazı Eser beye verelim, bakalım ne demiş bu konuda: “Dolaylı vergilerin artışını sağlıksız görmüyorum, hatta mevcut yapıda adaletli görüyorum… Dolaysız vergilerin penetrasyon sorunu var. Türkiye’de dolaysız vergi ödeyenlerin sayısı o kadar düşük ki. Dolaysız vergi payını yükseltmeye kalktığınızda, büyük adaletsizlik yaratırsınız. “ Haydi bakalım, buyurun cenaze namazına.

Adaletsizlik yaratacak vergiler dolaysız vergilermiş, dolaylı vergiler artmalıymış, hatta adaletli imiş. Dolaysız vergiler esas olarak farklı gelir türlerinden alınan vergilerdir. Bunların başında yukarda belirttiğimiz gibi çalışanların maaşları ve ücretleri gelir. Bu kesim kaçırmak istese bile kaçıramayacağı vergisini daha geliri eline geçmeden devlete öder. Diğer gelir türleri ise şirket gelirlerinden, mülk gelirlerinden ödenmesi gereken vergilerdir. Yine malumumuzdur ki, şirketler karlarından, kazançlarından ödemeleri gereken vergiyi her türlü akrobasiyi yaparak ödemezler. Mülk sahiplerinin üç kağıtları da herkesin başına gelmiştir, bayağı yaygındır.

Eser bey bu konuda ısrarlı, bir de istatistikler veriyor: “Türkiye’de beyannameli vergi mükellefi sayısı 1 milyon, onlar da en üretken kesim. Böyle bir yapıda dolaysız vergileri arttıralım diye bir öneri getirmenin adaletle bağdaşır bir tarafı yok. 55 milyon seçmenin olduğu bir yerde, 1 milyon kişi beyannameyle vergi veriyor.” Yani? 55 milyon seçmen, ki çoğu emekçi, önemli bir bölümü gariban. Bu kesimin geliri var da, vergi ödemiyor mu? Sadece, 11 milyona yakın sigortalı işçi, 3,5 milyona yakın memuru hatırlayalım. Niye beyanname doldursun ki bu insanlar? Ayrıca, o “beyannameli vergi mükellefi” üretken de, bu tıpış tıpış vergisini ödeyen işçiler, memurlar asalak mı?

Söyleşinin geri kalanı da bu minval üzere gidiyor. En önemli iktisadi girdi “hukuk devleti” imiş, gerçekleştirebilsek o hukuku pek seven yabancı sermaye koşa koşa Türkiye’ye gelirmiş. “Mülkiyet haklarına mutlak saygı” gerekirmiş. AB bizi istemese de biz onu ister gibi yapmalıymışız, vs.

Başa dönelim, bu kez sazı tekrar Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Birol Aydemir’e verelim: ““Türkiye’de iki kesim istatistik vermiyor. Veya doğru vermiyor. Bunların bir tanesi zenginler. Zenginlerle istatistik yapmak o kadar zor ki. Neredeyse hiçbir şey doldurmuyorlar. Fakirin her şeyi meydanda…”

Her şey ortada, hem de tabak gibi…

 

Bu yazı 2 Aralık 2012 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.