HDP’nin yolları burjuva demokrasisine çıkıyor

Gerçek gazetesinin dikkatli okuyucuları, bir süredir gazetede HDP ile ilgili üst üste eleştirel yazılar okumaktadır. Yine aynı dikkatli okuyucular şunun da farkındadır ki Gezi sürecinden bu yana eleştirilerin dozu da gitgide artmaktadır. Gezi İsyanındaki politikasızlıktan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu sürecindeki ikircikli tutuma, Erdoğan’ı ayakta alkışlamaktan, Kürt sermayesi ile yapılan ortak toplantılara kadar pek çok gelişme yapılan eleştirilerin temellerini oluşturmaktadır.

Yapılan eleştirilerin ortak yönü, Kürt halkının devrimci dinamiğini hala koruduğu; ancak Kürt halkının politik öncüsünün yani HDP/DBP’nin ise hayata gitgide burjuvazi ile aynı perspektiften baktığı tespitidir. Elbette yapılan değerlendirmelerin ve ön görülerin doğruluğunu zaman gösterecektir. Lakin ön görüler doğru ise yüzünü burjuvaziye dönmüş bir hareket az önce yapılan değerlendirmeyi haklı çıkartacak hataları üst üste yapmaya devam edecektir. Nitekim geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak’ın yerel yönetimlerle ilgili yaptığı bazı açıklamalar, HDP’nin politikalarının burjuva referanslarını göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Kürt halkı, uzunca bir süredir anadilinde eğitim hakkı için oldukça etkili eylemler, boykotlar düzenlemektedir. Bu eğitim-öğretim yılı başında ise geçmiş senelerden farklı olarak daha ileri bir adım atılmış, Türkiye Kürdistan’ında Kürtçe eğitim verecek üç okul açılmıştır. Sermaye devletinin hamlesi ise gecikmemiş, derhal bu okullar mühürlenmiştir. Kürt halkı okullarına sahip çıkıp mühürleri sökünce de oldukça sert çatışmalar yaşanmış, birçok kişi yaralanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak, mühürlenen okulun önünde bir basın açıklaması yapmıştır. Kışanak, anadilinde eğitimin insan hakkı olduğunu, Kürt halkının da bu hakka her ne pahasına olursa olsun sahip çıkacağını belirtmiş ve ardından da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ilgili düşüncelerini ifade etmiştir. Kürtçe eğitim vermek için açılan okullara yönelik yapılan hukuksuzluğun ve uygulanan devlet şiddetinin vahametinden olsa gerek, basın açıklamasının satır aralarında geçen önemli ve de oldukça tehlikeli ifadeler gözden kaçmıştır.

Kışanak, yaptığı açıklamanın sonunda anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılabilmesi için “hükümete” ve kamuoyuna çözüm önerisi olarak “eğitim hizmetlerinin yerel yönetimlere devredilmesi” formülünü sunmuştur. Kışanak bu önerisini şöyle ifade etmiştir: “Türkiye'nin anadil sorunu merkezi eğitim politikaları ile çözülemez. Bu nedenle eğitim konusunda yerel yönetimlere bir rol verilmesi,  yerel yönetimlere bazı yetkilerin devredilmesi, sorumluluk verilmesi gerekiyor. Her yerel yönetim kendi kentindeki halkın ihtiyacına uygun -ama tabi ki ana ilkeleri, ana çerçevesi merkezi olarak belirlenmiş- bir eğitim politikası çerçevesinde, toplumsal ihtiyaca cevap veren bir eğitim süreci planlayabilir, örgütleyebilir. Halkın ihtiyaçları, talepleri, beklentileri doğrultusunda en kaliteli eğitim hizmetini sunabiliriz.

Kışanak açıklamasının devamında eğitimin yerel yönetimlere devredilmesi hususundaki görüşünü şu ifadelerle somutluyor: “Avrupa ülkelerinin yönetim biçimi ne olursa olsun eğitim politikası yerel yönetimler eliyle yürütülür. Merkezi hükümetin belirlediği bazı kriterler vardır. Genel bir çerçeve vardır. O genel çerçeve içerisinde o hizmetin sunulmasından yerel yönetimler sorumludur. Bu da bir kolaylık gösteren yöntemdir, Türkiye'nin de bunu yapması lazımdır.” Yani özetle Kışanak, Avrupa Birliği’nin yerelleşme politikalarını, Kürt halkının engellenen anadilde eğitim hakkı sorununun çözüm yolu olarak göstermektedir. Avrupa Birliği’nin yerelleşme politikalarının somutlaşmış hali de 1983 yılında hazırlanan ve Türkiye’nin de bazı maddelerine şerh koyarak 1988’de imzaladığı Avrupa Konseyi “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”dır. Ve şu da bir gerçektir ki Yerel Yönetimler Özerklik Şartı her ne kadar birtakım demokratik söylemler içerse de özü itibariyle kapitalist sistemin neo-liberal politikalarını yaygınlaştırmak ve sermayeye muazzam bir yayılma alanı yaratmak amacıyla hazırlanmış bir politik uygulamadır.

Kapitalizm, özellikle 70’li yıllarda içine girmiş olduğu büyük krizi neo-liberal politikaları geliştirip, yaygınlaştırarak atlatmaya çalışmıştır. Neo-liberal politikaların uygulanması sürecinde ilk olarak sermayenin önündeki tüm sınırları kaldırma anlamına gelen “küreselleşme” kavramı hayatımıza girmiştir. Bu sayede sermaye, tüm dünyada rahatça dolaşabilme imkânına kavuşmuştur. Ancak bu “özgürlük” zamanla sermayeye yeterli gelmemeye başlamıştır. Zira her ne kadar sınırlar kalksa da büyük devlet aygıtları ve bürokratik mekanizmalar sermayenin genişlemesini yavaşlatmıştır. İşte tam da burada sermayenin genişlemesini yavaşlatan, sermayeye ayak bağı olan bu devlet aygıtlarının küçültülmesi anlamında “yerelleşme”(subsidiarity-yerindenlik kavramı buna eşlik eder) politikaları bizzat kapitalist teorisyenler tarafından geliştirilmiştir. Eğitim, sağlık, ulaşım başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri ve çeşitli kaynaklar belediyelere devredilmeye başlanmış, sermayenin karşısındaki bürokratik güç oldukça küçültülmüştür. Artık sermaye, ulus devletlerin bütün bürokratik aygıtlarını aşmış ve yağmalamak istediği tüm kaynaklara ve hizmet alanlarına doğrudan, kolayca ulaşabilir olmuştur. Avrupa Konseyi Yerel Özerklik Şartı da tam da bu amaçları gerçekleştirmek adına ortaya çıkmıştır. Özellikle Doğu Bloku ülkeleri olarak adlandırılan ve AB’ye 90’ların sonlarından itibaren dâhil olan Doğu Avrupa ülkelerinin kaynaklarının sermaye tarafından hızla yağmalanmasının temelinde de Yerel Yönetimler Özerklik Şartı vardır. Özetle Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, ulusal sorunların çözümünden çok kapitalizmin yayılmacı politikalarını uygulamak amacıyla geliştirilmiş burjuva bir yöntemdir.

Türkiye’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile ilgili koymuş olduğu şerhleri kaldırmaya hazırlanması, Kürt ulusal hareketinin basın-yayın organlarında üst üste Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı öven yazılar yazılması Gültan Kışanak’ın ağzından çıkan sözlerin hiç de tesadüfi olmadığını göstermektedir. Üstelik bu tartışmalar sürerken Kürt ulusal hareketinin temsilcileri tarafından Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesiyle “demokratik özerklik” talebinin karşılanacağının belirtilmesi HDP/DBP çizgisinin çözüm yollarının nereye çıkmakta olduğunu açıkça kanıtlamaktadır. Yıllar içerisinde çözümle ilgili birçok formülasyon yapılmış, Marksizmin bile aşıldığına dair koca koca laflar edilmiş ancak iş dönmüş dolaşmış burjuva demokrasisinin sınırlarına takılmıştır.

Özelde eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin yerel yönetimlere devredilmesini istemek, genelde ise sermayenin hızla yayılmasını sağlayacak ve emekçiler üzerindeki baskısını arttıracak Yerel Yönetimler Özerklik Şartını savunmak yönünü kapitalizme dönmek anlamına gelir. Eğer yönünüz burjuva demokrasisine dönmüşse daha çok açık verirsiniz.

Sungur yoldaşımızın “HDP Nereye?” başlıklı makalesinde de dediği gibi, “HDP’nin bu gidişatı gidişat değildir.” Yüzünü burjuva demokrasisine çeviren ve kendi politik çıkarları için bu ülkenin egemenleri ile iş birliğine girip ülkedeki tüm emekçilerin iş güvencelerini elinden alacak, halkın tüm kaynaklarını sermayeye yağmalatacak bir projeye “çözüm” diye sarılmak geri dönülmez bir trajedi olacaktır. HDP/DBP çizgisi kendisine bir çeki düzen vermeli, kullandığı politik dili değerlendirmeli, anlaşmaya-ittifak kurmaya çalıştığı güçleri iyi tanımalıdır. Aksi halde HDP/DBP çizgisi sadece siyasal önderliğini yaptığı milyonlarca Kürt emekçisinin değil diğer halkların-emekçilerin de aleyhine işleyecek bir yağma düzenin ortaklarından biri olacaktır.