Hayalet seçim

AKP kanadı halka övgüler yağdırıyor, halkın istikrarı seçtiğini ileri sürüyor. Muhalifler ise “korkunun zaferi” (Cumhuriyet) diyorlar. Ya da “terör arttı, döviz arttı, oylar arttı” (Sözcü) diyorlar. Ya da “kaos planı tuttu” (Taraf) diyorlar. Ne demek bu manşetler? Halk istikrarsızlıktan korktu, onun için AKP’ye verdi demek. Yani teşhis aynı! Bir yanda Davutoğlu, öteki yanda Cumhuriyet, Sözcü ve Taraf aynı fikirdedir.  Seçim yapılmıştır, halk istikrarı seçmiştir!

Seçim yapılmadı!

Anlayamıyorlar mı yoksa anlamak işlerine mi gelmiyor? Seçim yapılmadı. Yaşanan bir oylama idi, seçim değil. Bunu anlamanın iki yolu var. Biri sağduyuya, insani deneyime, kişisel belleğe dayanıyor. Yaşınız dört beş seçim görmüş olabilecek kadar ileri ise, kişisel deneyiminizden cevap verebilirsiniz: 1 Kasım öncesi mesela 15 gün boyunca Türkiye, eski seçimler öncesindeki Türkiye’ye benziyor muydu? Böyle olmadığının istisnasız herkes farkında ve herkes bu meseleyi birbiriyle konuşuyor. O zaman herkes biliyor seçim olmadığını.

İkinci yol akıl yürütme yolu, siyaset biliminin yolu, demokrasi denen şeyin asgari koşullarından haberdar olma yolu. Seçim demek, halktan neden oy istediklerini anlatan çeşitli örgüt ve kişiler arasında tercih yapılması demektir. Adayların halktan neden oy istediklerini anlatma süreci seçim kampanyasıdır, seçim propagandasıdır. Kampanyasız, propagandasız seçim olmaz. Demokrasinin asgari koşulu, adayların halka erişme olanağıdır ki kendini anlatabilsin.

Bu seçimlerde bu olanak yoktu. Seçim kampanyası fiilen dehşet verici bir kısıtlamaya tâbi oldu. Ankara’da yaşanan patlama en başta HDP olmak üzere muhalefet partilerinin kampanya yapma şansını neredeyse bütünüyle ortadan kaldırdı. HDP neredeyse miting yapmadı. CHP biraz daha fazla miting yaptı, ama olağan bir seçim kampanyasına benzeyen bir faaliyet yürütemedi. Muhalefet partileri kendilerini halka anlatamadan seçime girmek zorunda kaldılar! Buna karşılık AKP bir dizi miting düzenledi. Neden bu fark? AKP ve onu destekleyen taban daha cesur olduğu için mi? Tabii değil! AKP kendi mitinglerine saldırı olmayacağını biliyordu! Ama diğer partiler, 7 Haziran öncesi Adana, Mersin ve Diyarbakır’da yaşanan patlamalardan, 20 Temmuz Suruç bombalamasından ve en önemlisi 10 Ekim Ankara katliamından sonra kendi mitinglerine kolayca saldırı olabileceğini biliyorlardı. 10 Ekim bombası, kampanyasız bir seçim yapılması için atılmıştı!

Bu, işin meydanlar ile bağlı yanı. Medya ele alındığında ise, gerek Hürriyet gazetesine yönelen üst üste iki saldırı, gerek Ahmet Hakan’ın dövülmesi, gerek cemaat medyasının Türksat’tan ve Doğan’ınki hariç bütün yayın platformlarından ihracı, gerek son günlerde İpek grubuna yapılan çarpıcı saldırı, muhalefetin propaganda mecralarının kuşa çevrildiğini tartışmasız ortaya koyuyor.

Bir de resmi devlet televizyon ve radyosu TRT var. Aynı süre içinde Erdoğan’a ve Davutoğlu’na yaklaşık 30’ar saatlik propaganda olanağı, diğer partilerin tamamı ise hep birlikte 10 saate dahi ulaşmıyor.

Özgürce ve hiç olmazsa formel bir anlamda eşit koşullarda propaganda yapılamayan süreçlere seçim denemez. Türkiye’de 1 Kasım’da seçim yapılmadı, oylama yapıldı. AKP hükümeti yetki gaspına devam ediyor!

Propaganda fark eder mi etmez mi?

Standart siyaset bilimi araştırma alanları arasında en çok revaçta olanlardan biri, 20. yüzyılda kitlesel propaganda teknikleri geliştikten bu yana, önce ABD, Britanya ve bazı kıta Avrupası ülkelerinde, ardından bizim gibi ülkelerde olmak üzere, siyasi propagandanın adayları ve partileri paketleme başarısıyla seçmen üzerinde ne çok etki yapabildiğini ortaya koyan çalışmalardır. Demek ki standart siyaset biliminin saptadığı bir gerçek var: Propaganda, seçmenin seçimde tercihini yapmasında etkili bir araç özelliğini taşıyor.

Bunu anlamak için insanın sözü edilen literatüre aşina olması, hatta o literatürü okuması da gerekmiyor aslında. Çok daha fazla sağduyuya yer veren bir yaklaşımla da anlaşılabilir bu gerçek: Eğer propaganda, yapanın oylarını arttırma potansiyeline sahip olmasa, partiler neden propaganda yapmak için bu kadar kaynak ve emek harcasınlar ki?

Kısacası, propaganda fark eder! Öyleyse, propagandanın yapılamadığı bir seçim hormonlu bir seçimdir. Hele hele partilerden birinin propaganda olanaklarına sahip olduğu, ama diğerlerinin olanaklarının en hafif deyimle kısıtlandığı bir duruma normal bir seçim yaşanmış ve seçmen olağan koşullarda tercih belirtmiş gibi yaklaşmak ya ahmaklıktır, ya kötü niyet.

Seçimin açıklamasını “halk istikrarı seçti” olarak yapmayı seçenler şayet bu iki kategoriye girmiyorlarsa durumu kendileri açıklamalıdırlar.

Seçmenin oy hakkı elinden alındı!

Bu seçimlerde katılım oranının Türkiye çapında bakıldığında yükselmiş olduğunu herkes saptıyor. Ama Kürt illerinde katılım düşmüştür. Özellikle Tunceli-Dersim (yüzde 84’ten yüzde 71’e!), Ağrı-Agirî (yüzde 83’ten yüzde 74’e!), Muş-Mûş (yüzde 89’dan yüzde 83’e), Hakkâri-Colêmerg (yüzde 93’ten yüzde 89’a), Batman-Êlîh (yüzde 90’dan yüzde 86’ya) gibi illerde katılımda yüksek oranda düşüşler görülüyor. (Rakamları, kolay algılanabilmesi için en yakın tam rakama yuvarladık.) Bunun HDP’nin oy kaybında basbayağı bir rolü var. Bu satırlar yazılırken bütün rakamlar ve yüzdeler kolayca erişilebilir durumda olmadığı için bir tek Ağrı için yaptığımız hesaplamayı aktaralım. Ağrı’da 7 Haziran’da toplam geçerli oy miktarı (yuvarlayarak yazarsak) 237 bin. 1 Kasım’da bu 187 bine düşüyor. Yani 50 bin seçmen oy kullanmamış! Peki, HDP’nin oylarına ne olmuş? 185 binden 145 bine düşmüş! AKP’nin oyları ise 19 bin artmış. Eğer Ağrı için yapılan bu hesap Kürt illerinin geri kalanında da geçerli olursa, bunun anlamı şudur: HDP’nin Kürt illerinde oyları AKP’ye kaymaktan ziyade polis-asker baskısı altında buharlaşmıştır! AKP hükümeti, iki ay boyunca Cizre’den (Cizîr) Silvan’a (Farqin), Beytüşşebap’tan (Elkê) Yüksekova’ya (Gever), Varto’dan (Gimgim) Dersim’e Kürt şehirlerini silahla basarak bir kısım seçmenin oy kullanmasını engellemiştir. Siz buna seçim mi diyorsunuz?

Ne önemi var?

Bütün bu söylenenler 1 Kasım seçimlerinde ortaya çıkanın, genellikle söylendiği gibi halkın AKP’ye büyük ölçüde teveccüh göstermesi olmadığını, bu anormal sonuçları seçimin anormal koşullarının doğurmuş olduğunu gösteriyor. Ama önemi bundan ibaret değil. 1 Kasım seçimleri ülkenin gerçeğini doğru yansıtmıyor. Güçler dengesinin doğru bir göstergesi değil. Dolayısıyla, yarın ilk büyük sarsıntıda ortaya, bugün pek akıllı beyefendilerin ve hanımefendilerin bu seçimlerden çıkarttığı sonuçları sarsıntıya sürükleyecek bir tablo çıkacaktır muhtemelen.

Hayalet seçimin hayali sonuçlarına kimse aldanmamalı.

Neden?

Bu kadar berrak bir durum ortada iken, çocukların bile anlayabileceği bir anormallik varken, pek akıllı bazı insanlar neden bunları öne çıkarmaz? Neden “halk istikrarı seçti” deyip dururlar? Çünkü onlar kendileri istikrar istiyor olabilirler!

Baksanıza Ertuğrul Özkök, “Bu 17-25 Aralık konularını da artık konuşmanın bir anlamı yok. (…) Hesaplaşma çizgilerini bir kenara bırakıp ileri bakalım” demedi mi?

Özkök, sen hesaplaşmayı bir kenara bırakabilirsin. Biz işçi ailelerinin, emekçi halkın, yoksulun garibanın kuruşunun hesabının peşini bırakmayız. Hırsızlardan hesabı halk soracak. Senden de hırsızlığın üzerini kapatmanın siyasi hesabını soracak!