Fişleme değil psikolojik savaş

Polisin hazırladığı Gezi raporunda eyleme katılanlar hakkında “yüzde 78’i Alevi olup” ibaresinin kullanılması fişleme tartışmalarını gündeme taşıdı. Muammer Güler bir açıklama ile iddiayı yalanladı ve yüzdenin sadece Alevileri değil bu ibarenin peşinden sıralanan sendika, sivil toplum örgütü, taraftar grupları vb. tanımladığını iddia etti. Muammer Güler muhtemelen doğru söylüyor. Yapılan fişleme değil, Alevilere yönelik bir psikolojik harekât.

Devletin Alevileri fişlediğini bilmek için emniyet raporuna ihtiyaç yok. Üzerinde “mezhebi” ibaresi yer alan bölümlerin olduğu saman kâğıda basılı fişler bile hala tedavülde iken aksini düşünmek safdillik olurdu. Gezi raporunda yapılan fişleme değil AKP’nin mezhep ayrımcılığı ile kendi tabanını isyan eden halka karşı kışkırtma politikasının bir devamı. Alevilerin isminin bu şekilde özellikle de bir devlet kurumunun raporunda geçmesinin başka bir anlamı olamaz.

Alevilerin isyanda ne kadar önemli bir rol oynadığını öğrenmek için de ne emniyetin raporuna ne de Nagehan Alçı’nın bilge yorumlarına ihtiyacımız yok. Alevilerin nefsi müdafaası ayan beyan ortada olan bir gerçektir. Suriye’de Alevi katliamı yapan çeteleri besleyen bir devlet kendi ifadesiyle 80 ilde milyonlarca insanın katıldığı olaylarda 6 kişiyi öldürüyorsa ve bu 6 kişiden Kürt mücadelesinde düşen bir kişi dışında hepsi Alevi ise bunun bir anlamı vardır. Aleviler sadece protestoda bulunmamakta, ölüm kalım mücadelesi vermektedir.

Bu mücadele sadece Alevileri ilgilendirmiyor. Çünkü AKP hükümetinin işçi düşmanlığı da Alevi düşmanlığından geri kalmıyor. Halkı mezhep temelinde bölüp kendi tabanını Alevilere karşı kışkırtırken bir yandan da 81 ilde (Bayburt dâhil) milyonlarca işçi ve emekçinin kıdem tazminatı hakkını gasp etmeye soyunuyor. Bu tabloda mezhepçiliğe karşı mücadele işçi sınıfı politikasının asla es geçmemesi gereken bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.

Tekel direnişinde Trabzon’dan İzmir’e kadar milliyetçi propagandanın etkisinde kalmış işçilerin Diyarbakır, Batman vb. illerden gelen işçilere nasıl saygı ve sempatiyle yaklaşmaya başladıkları hatırlardadır. Çünkü Kürtler gaza, suya, direnişe alışkındı. Onlar en zor anda direnişin en öndeki savaşçıları olmuştu. Şimdi de tüm inançlardan işçiler Alevilere aynı şekilde saygı duymalı ve mezhepleri dolayısıyla değil direnişleri ile bağırlarına basmalıdır. Onların davasını kendi davası olarak görmelidir. Mesela bu anlamda direnen Alevi’yi asimile olmuş biat eden Alevi’ye dönüştürme projesi olan Fethullah Gülen-İzzettin Doğan ortak yapımı cami-cemevi projesine işçiler de karşı çıkmalıdır. Bu projeyi Mustafa Sarıgül de destekliyordu. Alevilerin kitlesel eylemlerle kapıdan kovduklarının Sarıgüller ile bacadan girmeye çalışmasına karşı her inançtan ve milliyetten emekçi halkımız da uyanık olmalıdır.

Çünkü özlenen kardeşlik, ister Alevi-Sünni arasında ister Türk-Kürt arasında hatta Fenerli Galatasaraylı Beşiktaşlı arasında Gezi ile başlayan halk isyanında yaşandı. Bu kardeşlik barikatların ateşinde, Toma’ların sıktığı sular altında çelikleşti. Devletin uygulamaya soktuğu psikolojik savaş bu kardeşliği kırmaya yöneliktir. Bu kardeşliğe gözümüz gibi bakmalıyız.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2013 tarihli 50. sayısında yayınlanmıştır.