Fiili durum

Türkiye’de başkanlık sistemi tartışması uzun süredir bir “fiili durum” tarifi üzerinden tartışılıyor. Seçilmiş Cumhurbaşkanı fiilen yürütme gücünü ele almış durumda, dolayısıyla bu fiili durumu başkanlık sistemi halinde yasallaştıralım diyorlar. Hukuku soyut bir ilkeler manzumesi zannedip ona ulvi bir takım değerler yükleyenler için anlaşılmaz ve kabul edilmez bir durum bu. Oysa hukuku, sınıf mücadelelerinin belirlediği bir üstyapı kurumu olarak tarif ederseniz durum değişecektir haliyle. Liberaller ve liberallere kanan solcular, memlekette bir yeni anayasa tartışmasının olduğunu zannedip, bu tartışmaya kendi parlak fikirleriyle katılmaya çalıştıklarında, hukuku sınıf mücadelelerinden bağımsız bir alan olarak görme hatasına düştüler. KESK’in, DİSK’in, HDP’nin ve başkaca sol sosyalist yapıların onlarca anayasa taslağı, gazla, copla, mermiyle, canlı ve cansız bombalarla tahkim edilmiş bir fiili durum tarafından fütursuzca tarihin çöp sepetine atılmış durumda...

Neyse ki çok geç olsa da çoğunluk “çok iyi anayasa taslağım var” naifliğinden “bu ortamda yeni anayasa falan olmaz” gerçekçiliğine terfi etti. Ancak bu da tek başına bir ilericilik barındırmıyor. Zira Batı emperyalizminin baskısına bel bağlamanın ya da aklıselim sahibi burjuvaların sağduyusunun galip gelmesini ummanın, parlak fikirlerle anayasa yapımına müdahil olma safdilliğinden daha ilerici ve gerçekçi bir yanı yok. Peki, ne yapmalı? Oyunu kuralına göre oynamalı. Sınıf mücadelesini temel alıp, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin çıkarlarını yansıtan fiili durumlar oluşturulmalı. Nitekim sınıf mücadelesinin karşı saflarında yer alan AKP iktidarı bunu kendi sınıfı açısından bu şekilde yapıyor. Sadece başkanlık sistemi ile ilgili değil doğrudan işçi ve emekçinin haklarına saldırırken de aynı yöntemi uyguluyor.

Mesela kıdem tazminatı ve iş güvencesi konusunu ele alalım. AKP iktidarının kıdem tazminatı konusunda en çok başvurduğu argüman, fiilen işçilerin yüzde 90’ının kıdem tazminatını alamıyor olmasıdır. Madem işçiler fiilen kıdem tazminatı alamıyor, o halde kıdem tazminatını tümden kaldıralım ve yerine bireysel emeklilik mantığına dayanan bir fon sistemi getirelim. AKP’nin söylediği budur. İşçilerin hukuken tanınmış haklarını alabilmesi için düzenlemeler yapmak ya da fiilen patronları kıdem tazminatını vermeye zorlamak daha akla uygun bir çözüm olmaz mıydı? Tabii ki... Eğer iktidar bir sınıfın çıkarları üzerinde yükselmiyor ve AKP iktidarı da sermayeyi temsil etmiyor olsaydı...

Çalışma Bakanı Müezzinoğlu kıdem tazminatının fona devredilmesi ile birlikte 657 sayılı kanunda kamu çalışanlarına tanınan iş güvencesinin kaldırılmasının da gündemlerinde olduğunu açıkladı. Yani OHAL’de çıkarttıkları hukuk dışı KHK’larla fiilen iş güvencesinden mahrum bıraktıkları kamu emekçilerinin durumunu yasallaştıracak ve iş güvencesini ilânihaye kaldıracaklar. Nereden başlayacağımız açık. Kıdem tazminatı ve 657 ilk elde saldırı altında olan haklarımızdır. Bunlara tüm gücümüzle sahip çıkacağız. Yöntemimiz ise sınıfın gücüne yaslanan fiili ve meşru bir mücadele olmak zorunda. Zira işçi ve emekçinin güçlü olduğu alan burası. Diplomasi, lobicilik, sosyal diyalogculuk gibi yöntemleri esas almak ise tankın topun karşısına mızrakla, kılıçla çıkmaya benziyor.

Bu topraklarda grev hakkı tartışmayla, sosyal diyalogla, lobicilikle değil Kavel işçilerinin fiili greviyle kazanıldı. Sendikal örgütlerimiz icazetle değil fiilen kuruldu ve yaşatıldı. DİSK, 15-16 Haziran’da yüz binlerce işçinin ayaklanmasıyla DİSK oldu, KESK, kapısına vurulan kilitleri kırarak, mühürleri kırarak, Kızılay’da direnerek bugünlere geldi. İşçi sınıfının ve emekçilerin yeni fiili durumlar yaratacak gücü de geleneği de var.

Mesela OHAL, sermaye insafa geldiğinde, AKP’ye sağduyu hâkim olduğunda değil, ya fiilen uygulanmasına gerek kalmadığında ya da fiilen uygulanamaz hale geldiğinde kalkacaktır. Bu anlamda mücadeleyi ne kadar yükseltirsek, DİSK ve Türk-İş’in kıdem tazminatı için öngördüğü genel grev kararını ne kadar hayata geçirebilirsek, kıdem tazminatını ve iş güvencesini kaldırmanın fiili maliyetini ne kadar artırabilirsek bu haklarımızı da o kadar koruyabileceğiz.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2016 tarihli 85. sayısında yayınlanmıştır.