Eylül, hasat zamanı

Eylül ayı, 31 Mayıs’ta başlamış olan halk isyanının yeniden alevlenmesinin hem isyan kampı, hem de hükümet kampı tarafından beklendiği dönemdi. İsyan taraftarlarını mahcup etmedi! Hükümetin “Eylül sendromu”nun da boş yere olmadığını kanıtladı.

Eylül ayının hükümet için bir korku ayı olmasının nedeni elbette her şeyden önce, yaz tatilinin yarattığı gevşekliğin sona ermesiyle birlikte isyan ruhunun yeni ifade biçimleri alacağı kuşkusuydu. Tatilin bitmesi kendini en çok üniversitelerde (ve kısmen liselerde) gösterebilirdi. Bir de futbol sezonunun açılmasıyla tribünlerde. Bu korkuların temelsiz olmadığı ortaya çıktı.

Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) ortaya çıkan gelişmeler, üniversite ayağının en ileri gittiği örnek oldu. ODTÜ ortaya üniversitelere örnek olacak bir mücadele koyduysa, bunun ardında birden fazla neden yatıyor: ODTÜ’nün tarihi geleneği, geçen ders yılında o üniversitede yaşanan ve Tayyip Erdoğan için bir takıntı haline gelen mini ayaklanma, elbette kampüsün sınırları içinden geçecek ve bir doğa katliamı anlamına gelen yol… Bunların her biri Eylül ayındaki ODTÜ mücadelesinde rolünü oynadı. Ama ODTÜ mücadelesinin çok önemli bir yanını unutmak çok yanlış olur. Bu mücadelede ODTÜ öğrencisi, 100. Yıl mahallesi halkıyla bütünleşmeyi bilmiştir. Bütün öğrenci hareketine yol göstermiştir.

Tribünler de kendilerinden bekleneni verdi. Özellikle Beşiktaş maçları bütün düzen güçleri için bir kâbus haline geldi. Ama hükümet çok çeşitli yöntemlerle (elektronik bilet, taraftar gruplarının suçlu ilan edilmesi, statlarda polis mevcudiyeti, kendine bağlı yeni provokatör taraftar grupları vb.) tribünleri susturmak için canını dişine takmış durumda.

Alevi isyanı

Ne var ki, Eylül ayına damgasını vuran esas olarak büyük Alevi kitlelerinin ayağa kalkması olmuştur. Aslında halk isyanında Alevi faktörünün ta Haziran ayında bile büyük önem taşıdığı, solun gözünün İstanbul Gezi Parkı’ndan başka bir şey görmemesi dolayısıyla bir ölçüde gizlenmişti. İstanbul’daki kitlenin yanlış bir analizine dayanan “orta sınıf” edebiyatı, en sert mücadelelerin Hatay’da geçtiğini, büyük kentlerin Alevi halkın ağırlıklı olarak yaşadığı varoşlarının hep ayakta olduğunu unutturuyordu. Eylül ayında Aleviler öyle bir ayağa kalktılar ki, en koyu “orta sınıf” analistleri bile ağızlarını kapatmak zorunda kaldılar!

Eylül ayında Ankara Mamak Tuzluçayır, Hatay Armutlu ve onlara destek için Ankara başta olmak üzere bütün ülkede Alevi mahalleleri ayağa kalktı. Bu gerçek, başta Suriye sınır boyunun ve Çukurova’nın Arap Alevileri olmak üzere, Türkiye Alevilerinin bir nefsi müdafaa ruh durumuna girmiş olduğunu, bu yüzden de hayatlarını ortaya koyarak mücadele etmekten kaçınmayacaklarını dosta düşmana en berrak biçimde göstermiş oldu. Tayyip Erdoğan pek yakında elinde patlamaya hazır bir bomba gibi, Kürt sorununa benzer yeni bir sorunu tutmakta olduğunu görecek! Bunun temelinde Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Ortadoğu’da Arap şeyhliklerince kışkırtılan Şii-Sünni çatışmasında Sünni kampın fedailiğine soyunması var.

Bir başka noktaya daha işaret etmek gerekiyor: Alevi halkın polise karşı verdiği kahramanca mücadelenin ardında Eylül ayının bir özelliği yatmıyor. Mesele Tuzluçayır’da doğrudan doğruya cami-cemevi-aşevi projesiyle Alevilerin dini asimilasyonunu öngören F-tipi Aleviliğe gösterilen tepkidir. Hatay Armutlu’da ise doğrudan doğruya AKP hükümetinin Suriye’de bir mezhep savaşının hamisi olmasıyla ilgilidir. Öyleyse, Eylül ya da başka zaman, isyanın dinamikleri öyledir ki, onu her an yeniden patlamaya hazır bir fıçı haline getiriyor.

Nihayet, İstanbul Kadıköy’de hiçbir halk kesiminin (öğrenciler, Aleviler vb.) damgasını taşımayan bir büyük kitlenin günlerce sabahlara kadar verdiği mücadele, isyanın dinamiklerinin daha genel olarak da hâlâ canlı olduğunu ortaya koymuştur. Yoğurtçu Parkı’nın en mücadeleci forumlardan birini oluşturduğu göz önüne alındığında, forum hareketinin isyanı hiç olmazsa bir köz halinde canlı tuttuğu tespiti hayat tarafından doğrulanmış olmaktadır.

Hükümet ateşle oynuyor

Gazetemizin öteki sayfalarında Tayyip Erdoğan’ın büyük tantanayla ilan ettiği “demokratikleşme paketi”nin içinin neredeyse boş olduğu ortaya konuluyor. Halk isyanı açısından bunun bir önemi, Alevi toplumu içinde isyan dinamiklerini daha da fazla harlayacak olmasıdır. Ama en az bunun kadar önemli olan, paketin Kürt hareketi açısından “çözüm süreci”nin tıkanmasına yaptığı yeni katkıdır. AKP hükümeti ateşle oynuyor! Kuşkusuz, Kürt hareketinin içinde farklı bileşenlerin “sürece” atfettiği olumluluk çok farklı. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde Kürt hareketinin kendi içinde izlenecek çizgi konusunda büyük tartışmalar yaşanacak. Ama bir şey kesin: Hareket içinde de, halkta da bu hükümetin Kürt sorununu çözmeye niyetli olmadığı konusundaki hissiyat çok güçlendi. Yarın bir kıvılcım parladığında, Kürt halk kitlelerinin ne yapacağı belli olmaz. Umutları bu kadar kışkırtılan ama hiçbir şey elde edemeyen bir halk patlamaya hazır bir halktır. Böyle bir patlama yaşanırsa Türkiye bambaşka bir mecraya girer.

Öte yandan, Türkiye ekonomisinin pamuk ipliğine bağlı olduğu da ortada. ABD Merkez Bankası Fed’in tahvil alımını azaltmaması için ellerini göğe açmak, ekonomi yönetiminin başlıca faaliyeti haline geldi. Derin bir kriz patlak verirse, işten çıkartmalar yaygınlaşırsa, toplumu sarmış olan bu isyan duygusunun işçi sınıfında ne tepkiler yaratacağı bilinemez. Türkiye sarsıntılı bir döneme doğru ilerliyor.

 

 

Sessiz tribün operasyonu

Eylül, tam da tahmin edilen alanlarda büyük olaylarla geldi. İktidar öğrencilerden korkuyordu, Alevilerden korkuyordu, bir de tribünlerden. Öğrenci gençlik ODTÜ’de, Aleviler ise hem Ankara Tuzluçayır’da hem de Hatay Armutlu’da ayağa kalktı ve isyan ruhunun hiçbir biçimde sönmediğini gösterdi. Tribünler ise o korkunun boş yere olmadığını tekrar tekrar kanıtladı. 34. dakika hükümet, iktidar partisi ve onun yağcısı televizyonlar için kâbus olmaya başladı. “Büyük Birader” artık tribünlerin maçların 34. dakikasında attığı sloganları susturmakla yetinmiyor. Bu sloganların üzerini, başka maçlardan çalınmış seslerle örterek izleyicisine aktif olarak yalan söylüyor.

22 Eylül Pazar günü Beşiktaş-Galatasaray maçında yaşananların anlamı ise bütünüyle berraktır. Beşiktaş taraftarını Çarşı’dan uzaklaştırmak (1453 Kartalları), Çarşı’nın prestijini sarsmak (olayların faturası Çarşı’ya çıkarılmaya çalışıldı, ama bu başarılamadı) ve Beşiktaş’ı bir süre seyircisiz oynatarak tribünün iradesini kırmak. İlk amaca ulaşmak daha yıllar alır! İkincisi, sefil bir biçimde başarısız oldu. Sonuncusu için ise dileğimiz, halk isyanında da öne çıkan kadınların cezalı maçlarda bu amacı boşa çıkarmaları olacaktır.

1453 Kartalları olayı açıkça gösteriyor ki AKP denen parti, halk isyanının kendisinde yarattığı korkunun sonucunda iç savaş tohumları atmaya bile razıdır. Ama bundan ibaret değildir yöntemleri: Polisi de bütünüyle kirli biçimde bu işe koşmaktadır. Üç büyük kulübün tribün gruplarına ardı ardına yapılan baskınlar, ileri sürülen maskara gerekçeler bir yana bırakılarak tam tamına hükümetin tribünleri sessizleştirme operasyonunun birer parçası gibi görülmelidir.

 

 

Liberaller isyana karşı propaganda başlattı!

Eylül ayını halk isyanının bir önceki döneminden ayıran temel özelliklerden biri, sağ ve sol liberallerin halk isyanına karşı bir tavır geliştirmeye başlamaları. Bunun için çeşitli gerekçeler kullanılıyor.

·         İstanbul Kadıköy’de günlerce sabahlara dek süren eylemlerde “radikal” grupların kitleden kopuk maceralara giriştiği iddia ediliyor.

·         Ergenekon kampının sol kisve altında darbeci heves içinde olduğu söyleniyor.

·         Halk hareketinin ağır saldırılar karşısında kendini ve gösteri hakkını korumak üzere başvurduğu savunma yöntemleri, hükümetin polisinin şiddetiyle aynı kaba konuluyor.

·         Erdoğan’ın gerginlik stratejisi ve AKP’nin en berrak ifadesini Beşiktaş-Galatasaray maçında bulan kasıtlı provokasyonlarının ürkütücü bir özellik taşıdığı vurgulanıyor, halk isyanı bunlar karşısında “barış ve uzlaşma” aramadığı takdirde çok kötü şeyler olabileceği ileri sürülüyor.

·         Zaten “Gezi” ahalisinin ayrıcalıklarını korumaya yatkın zengin çocukları olduğu teması, eskiden tutucu kampın oyuncağı iken, Haziran’da isyanın yanında görünmeyi seçen liberaller de bu teze sarılıyor.

Bu gerekçelerin bazıları liberal kampın isyanı başından itibaren büyük kuşkularla desteklediğini gösterir; bazıları hükümetin tarafını tutmak anlamına gelir; bazıları da kitleyi işin kontrolden çıkmaya başladığı duygusuyla doldurup korkutmaya yöneliktir.

Liberallerin esas derdi bunlar değildir. Bunlar halkı kandırmak için uydurulmuş mazeretlerdir. Liberallerin esas derdi, Türkiye’nin sonunda bir devrime dahi dönüşebilecek bir isyan hareketinden artık kurtulmasıdır. İsyana karşı çıkan bu tavrın Eylül ayında isyanın başını yeniden kaldırmasından sonra ortaya çıkmış olması rastlantı değildir. Türkiye’nin istikrarı, aslında solda en önemli karşı-devrimci odak rolünü üslenmiş olan liberalizmin derin özlemidir. Onların bir bölümü AKP destekçiliğine dönmek için yanıp tutuşmaktadır. Bir kısmı ise AKP’ye karşı olsa bile seçimleri tek kurtuluş yolu olarak görecek ve gösterecektir. Öyleyse, isyana karşı çıkmaları gerekir. Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi onlar da “mesaj alınmıştır” demektedir!

Bu yazılar, Gerçek gazetesinin Ekim 2013 tarihli 48. sayısında yayınlanmıştır.