Erdoğan’ın politikası, CHP ve HDP’nin politikasızlığı

 

7 Haziran ile 29 Temmuz arasında yedi haftadan fazla bir süre var. 7 Haziran’da seçim yapıldı. 29 Temmuz Çarşamba günü CHP meclisi olağanüstü toplantıya çağırdı, HDP ise 17-25 Aralık hakkında önerge verdi. Peki, bu iki parti yedi haftalık arada ne yaptı? Koskoca bir hiç!

7 Haziran seçimleri Türkiye’de çok olumlu bir atmosfer yaratmıştı. Halkın çoğunluğu yıllar süren bir kâbustan uyanmış gibiydi. Tayyip Erdoğan ise susuyordu. Herkes biliyordu ki Erdoğan ve partisi AKP, ciddi bir yenilgi yaşamıştı. Bu atmosferde seçimden bir hafta sonra Abdullah Gül, danışmanının kitabı aracılığıyla bir bomba patlatıyor, AKP’nin başına adaylığını koyuyordu. Erdoğan’ın yenilmez ya da hâkimi mutlak bir diktatör olmadığını, hatta doğru bir politika izlendiği takdirde önce o “saray” diye andığı binada hapsedilebileceğini, sonra da hesap vermek üzere yargılanabileceğini bile insanlar sezmeye başlamıştı.

Bugün bu atmosfer tersine dönmüş durumda. Erdoğan ve AKP hücumda, öteki partiler savunmada. Bu nasıl oldu?

Erdoğan’ın oyun planı

Erdoğan ve danışmanları, bir hareket hattı belirleyerek ve bütün olanakları zorlayarak bir yenilgi anında dahi yürümekten vazgeçmediler. İzledikleri politika üç dört noktada özetlenebilir. Birincisi, Erdoğan çok büyük tepki alacağını bildiği için bir süre sustu. Ama bunun sadece bir ricat taktiği olduğu belli idi. Şimdi geçmişten hiç farkı olmayan bir biçimde ağzını açmış bulunuyor! İkincisi, karşılarında esas rakip gördükleri güçleri nasıl böleceklerinin hesabını yaptılar. CHP içinden Baykal’ı seçerek Kılıçdaroğlu’nu Güneş Motel hükümeti formülünü uygulama korkusu ile baş başa bıraktılar. (Ecevit, 1978’de Demirel’in partisinden belirli sayıda milletvekilini bakanlık teklifi ile kendi yanına çekmişti. Bu tarza verilen Güneş Motel adı da o görüşmelerin yapıldığı yer olan İstanbul’daki Güneş Motel’den geliyor.) HDP içinden ise Celal Doğan ile benzer bir oyun oynadılar. Üçüncüsü, MHP’yi belli küçük armağanlarla sürekli olarak ötekilerin karşısında alternatif koz olarak kullandılar. Ve nihayet en büyük ataklarını savaş-erken seçim taktiğiyle meclis bileşimini değiştirmek üzere yaptılar. İş buraya geldiğinde artık inisiyatif onların eline geçmişti. CHP ve HDP savunma konumuna gerilemişti.

Alın size istikrar!

CHP’nin seçim sonrası politikası öyle çok kıvrımlı ve karmaşık değil. Kılıçdaroğlu ve akıl hocaları daha ilk günden itibaren büyük sermayenin uslu çocuğu rolünü benimsedi. Patron örgütlerinin tamamı seçimin ertesi sabahından başlayarak koro halinde “istikrar” diye bağırmaya başlayınca CHP de karşısındaki güçlü rakibin yenilgisini derinleştirmeyi düşünmek yerine nasıl hükümet kurabilirim diye düşünmeye başladı. MHP’den okkalı bir saldırı alınca umudunu AKP ile uysal uysal hükümet görüşmelerine bağladı.  Böylece büyük sermayeden “aferin” aldı ama politikada yaya kaldı.

Büyük sermayenin aklı siyasete çok erseydi, profesyonel politikacılar tutmak yerine ülkeyi kendi yönetirdi. Erdoğan gibi bir politikacı ülkenin en üst mevkiinde otururken, “Aman ha, sakın birbirinize girip bizim kârımıza çomak sokmayın” demek pek zeki bir davranış. “İstikrar hükümeti” arayışı içinde Erdoğan’ın ve AKP’nin suçlarının hesabını sormaktan vazgeçmenin bedeli, şimdi 3 TL’ye hızla yaklaşan bir dolarla, Türkiye’nin Ortadoğu savaşının bir parçası haline gelişiyle, turizmin çöküşüyle ödeniyor. Buyurun size istikrar, “2015 kayıp yıl olmasın” diye çırpınıyordunuz, size yıllar boyu kayıp vaat ediyor Erdoğan!

Liberaller HDP’nin başını yakmaya devam ediyor

Seçimden önce HDP’nin etrafını çevirmiş liberal takımı halkın çözümsüzlük yaratanı sevmediğini,  bu yüzden AKP ile koalisyonun bile reddedilmemesi gerektiğini söyleyip duruyordu. Memleket Ortadoğu uzmanı kaynıyor, bir o kadar da “Ilımlı politika iyidir” uzmanı var. HDP,  halkın çok geniş kesimlerinin, toplam altı milyonun üzerinde insanın Erdoğan ve AKP’ye karşı tepkisinin bir ürünü olarak meclise gümbür gümbür girdi ve girer girmez sustu! “Aman olay çıkmasın” psikolojisine HDP’nin de yazılmasında sermayenin istikrar çağrısının rol oynadığını düşünmek istemeyiz. Ama liberallerin “Batı Avrupa tipi, uygar koalisyonlu yumuşak siyasi yaşam” saplantılarının bir rol oynamış olması çok muhtemel!

HDP meclis divanı oluşur oluşmaz muhalefet atağına geçeceğine, mesela ilk planda 17-25 Aralık konusunda 55 milletvekili ile bir komisyon kurulması için başvuru yaparak ve bunun çok ciddi propagandası ile hem CHP’yi sıkıştıracağına, hem de MHP’yi bu girişime uzak durduğu takdirde teşhir edeceğine, CHP-MHP koalisyonuna da, AKP-CHP koalisyonuna da dışarıdan destek vereceğine halkı inandırmaya çalıştı. Koalisyon görüşmelerinin salt 45 günü doldurmak için yapılıyor olması ihtimalini hiç göz önüne almadı. Erdoğan ve AKP’ye darbe vurmak için belki de sadece 45 gün vardı. Sustu. Efendi efendi koalisyonlara destek vereceğini vurgulayarak halka sempatik görünmeyi bekledi.

Yetkisiz hükümet, tatilde meclis, iktidar cumhurbaşkanında!

Cici politika taraftarı liberaller HDP’yi uyuştururken, siyasetin yasaları hükmünü uyguluyordu. Yeni seçilmiş bir meclis, sanki aylardır çalışıyormuş gibi, yönetim organlarını oluşturduktan sonra tatile girerken HDP ağzını dahi açmadı. Oysa ülkede sadece günlük yürütmeye yetkisi olan bir hükümet varken meclisi de kapatırsanız bütün iktidar sürekli yetkilerini aşmaya yatkın olan cumhurbaşkanına geçer!

Savaş başladıktan sonra 17-25 Aralık önergesi vermek gerçekten anlamlı bir girişim oldu! HDP’nin o güne kadar nasıl yanlış politika izlemiş olduğunu göstermek bakımından anlamlı. Hevallerimiz Erdoğan’ın korkunç saldırılarına kuşkusuz kahramanca direniyorlar. Dokunulmazlık konusunda 80 imzalı başvuru ile meydan okumaları şapka çıkarılacak bir politik adımdır. Ama politika yapmak için zor günleri beklemek mi gerekiyordu?

Ne yapılmalıydı?

Gerçek gazetesi bir önceki sayısında “Koalisyon lotoyu bırak, mecliste ve sokakta taarruza kalk!” başlıklı yazısında 17-25 Aralık konusunda derhal adım atılması gerektiğini belirttikten sonra şöyle yazıyordu:

“Oyalanmak her üç muhalefet partisinin de halka verdiği vaatleri ayaklar altına almasıdır. Çünkü 45 gün içinde erken seçim kararı verilebilir. Seçime gidilmeden önceTayyip Erdoğan’ın halka teşhir edilmesi belirleyici olacaktır. Hiçbir parti diğerlerini bahane gösteremez. Meclisin onda birinin önerge vermesiyle süreç başlıyor. En başta HDP olmak üzere, her parti bu gereği yerine getirebilecek durumdadır. Gecikme hoşgörülemez!”

Tabii söylenen bundan ibaret değildi. Aynı zamanda işyerinde ve sokakta mücadelenin esas belirleyici faktör olacağı söyleniyordu:

“HDP’nin bu ve başka konularda erkenden radikal bir yaklaşımla meclisin tozunu atmasını beklemek gerekir. Ama bu arada kolları kavuşturup beklemek olmaz. Bu talepleri dile getirmeli, sokağa çıkmalı, gerekirse greve başvurmalıyız. Gezi ile başlayan halk isyanının ve Ekim 2014 Kobani serhildanının yarattığı çalkantı, bugün metal işçisinin büyük grev hareketi ile yeni bir evreye geçiyor. Öyleyse üretimden gelen gücümüzü ve sokaklardaki mücadelemizi kullanarak seçimin sonuçlarını pekiştirmeliyiz.”

Daha zor koşullarda olsak da bütün bunlar bugün de geçerli.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2015 tarihli 70. sayısında yayınlanıyor.