Erdoğan-Koç görüşmesi İkinci Dolmabahçe mi?

Mart başı, 17 Aralık’tan beri yaşanmakta olan büyük altüst oluşa yeni boyutlar kattı. Tayyip Erdoğan-Mustafa Koç görüşmesi (2 Mart) bir yandan, İlker Başbuğ (7 Mart), bir dizi Ergenekon sanığı (10 Mart)ve kontrgerillanın simge adı Veli Küçük’ün (11 Mart) salıverilmesi öte yandan, siyasi hayatta yepyeni bir çerçeveyarattı. Bu iki olayın, yani Erdoğan-Koç görüşmesi ile Ergenekoncuların salıverilmesinin birbirini izlemiş olması genellikle üzerinde durulmayan bir şey. Oysa, arada pek âlâ bir ilişki olabilir. Bunu anlamak için Erdoğan-Koç görüşmesi üzerinde dikkatli biçimde durmak gerekir.

Barzani: “Hâmili kart Mustafa Koç yakınımdır”!

Türkiye, siyasi hayatı bakımından tam bir tuhaflıklar diyarı oldu. Ülkenin toplam üretiminin neredeyse yüzde 10’unu kontrol eden bir kapitalist, kendi ülkesinin başbakanıyla görüşebilmek için, Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Barzani’ye başvuruyor! Bunu Erdoğan açıkladı, Mustafa Koç yalanlamadı. Koç’un ancak Barzani’yi araya koyarak başbakandan randevu kopartabilmesi, hükümetin Kerkük petrollerine ve Musul-Kerkük yayılmacılığına ne kadar değer verdiğinin yaşayan delili olarak görülmeli.

Bu tuhaf ayrıntının ötesinde, görüşme talebinin Erdoğan’dan değil Koç’tan geldiği açıklığa kavuşmuştur. Peki, Koç muhatabına ne söylemiş, ondan ne istemiş olabilir? Herhalde, Türkiye altüst olmuşken, devlet krizi her an hükümetin,hatta düzenin çöküşünü olasılık dâhiline sokmuşken, Erdoğan’ın söylediği gibi,bir yıldır kendisiyle görüşmemiş olan başbakandan Kocaeli Yeniköy’deki büyük yatırımlarından bahsetmek üzere Barzani aracılığıyla randevu alacak kadar büyük zahmetlere girmesi bütünüyle gerçeküstü bir açıklama olur. Bir de görüşmenin hemen öncesinde Hürriyet gazetesine uzun zamandır ilk kez röportaj verdiği ve bu röportajın manşetten yayınlandığı hatırlanırsa.

Öyleyse nedir görüşmenin içeriği, amacı, Koç’un hedefi? Bu sorunun bütünsel cevabı belki de asla öğrenilemeyecek. Bugün zaten iki taraf da açıklama yapmış değil. Başbakan’ın Kocaeli Yeniköy yatırımı açıklaması, doğru olmak bir yana, konuşulanların üstünü örtme çabası olarak görülmeli.

Adalet Bakanı AKP’li milletvekillerini aldattı mı, yoksa arada değişen bir şey mi var?

Belki işe şuradan başlamak mümkün. Milletvekili ve gazeteci Şamil Tayyar, Ergenekon konusunda en faal AKP’lilerden biri olarak, bir dizi Ergenekon sanığının salıverilmesi üzerine isyan etti. Tayyar şöyle diyor: “Tahliyeleri hukuka uygun bulan Adalet Bakanı teklif meclise geldiğinde Ergenekon sanıkları yararlanamaz diyordu. Bakanım kandırıldık mı?”Bu bize şunu hatırlatmalı: Tayyip Erdoğan, Türkiye Barolar Birliği Metin Feyzioğlu ile Ergenekon sanıklarının tutukluluğunun kaldırılması konusundagörüşme yaptığında olumlu bir tonla konuşmuş olsa da, Feyzioğlu’nun formülü ile meclise gelen ve Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran yasada tahliyelere ilişkin bir hüküm yer almamıştı.Bu da Ergenekoncuların tepkisini çekmişti. Erdoğan muhtemelen en azından 30 Mart’a kadar Ergenekoncu kanadın umudunu kendisine bağlaması için manevra yapıyordu. Peki, arada ne oldu da şimdi İlker Başbuğ’dan Doğu Perinçek’e, Veli Küçük’ten Yalçın Küçük’e bir sürü tutuklu salıverildi?

Buna “Anayasa Mahkemesi karar verdi” veya “yeni yasanın beş yıl kuralı uygulandı” diye cevap vermek, işin kolayına kaçmak ve Türkiye’de yargının kararlarının pazarlıklardan, talimatlardan, eski Adalet Bakanı’nın bir tapede Erdoğan’la Yargıtay’ın bir kararına müdahaleyi konuşurken söylediği gibi hükümetin “hassasiyetleri”nden bağımsız olacağını hayal etmek olur. Anayasa Mahkemesi, Başbuğ’un haklarının ihlal edilmiş olduğunu neden şimdi düşündü? Daha önemlisi, beş yılı doldurdukları gerekçesiyle salıverilenler var, ama beş yılı doldurmaktan çok uzak olanlar da var tahliye edilenler arasında. Yani hukukiaçıdan bakıldığında, bu tahliye dalgasının neden şimdi ortaya çıktığını açıklamak çok zor. Ortada bir siyasi pazarlık olduğu hemen hemen kesin.

Erdoğan-Koç görüşmesinde Ergenekon konuşuldu mu?

Bu siyasi pazarlığın Erdoğan-Koç görüşmesinde yapılmış olması en azından bir ihtimaldir. Her şeyden önce tartışılmaz bir gerçeği ortaya koyalım. Bir hafta gibi kısa bir süre içinde, Tayyip Erdoğan on bir yıldır mücadele ettiği kampın iki ayrı unsuru ile en azından ateşkes anlamına gelebilecek iki gelişme olmuştur. AKP’nin, 11 yıllık iktidarının değişik aşamalarında Batıcı-laik burjuvazinin en kudretli iki gücü olan TÜSİAD ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile kapışmış olduğunu cümle âlem biliyor. Şimdi, birinin en güçlü temsilcisiyle krizin tam orta yerinde yarı gizli bir görüşme yapıyor, ötekinin en önemli şahsiyetlerini salıveriyor. Erdoğan en azından ayrı ayrı, eski düşmanlarıyla barışıyor. Bizim sorguladığımız ihtimal, bu barışmanın ayrı ayrı mı yoksa bir bütünün ayrılmaz parçaları halinde mi olduğu. Yani Gerçek gazetesinin Metin Feyzioğlu’nun ilk açıklamasından bu yana sözünü ettiği AKP-Ergenekon ittifakının artık bir AKP-TÜSİAD-TSK ittifakına dönüşüyor olup olmadığı. Bir Erdoğan-Koç-Başbuğ cephesinin doğuyor olup olmadığı.

AKP’nin Ergenekon sanıklarının tutukluluğunu kendi yasasıyla kaldırmayıp bunun inisiyatifini yargı sistemine bırakmış olması görüntüsü, AKP açısından elindeki bir kozu kullanırken karşılığında yeterince prestij kazanma olanağını kaçırmak anlamına geliyor. İşte bu yüzdendir ki, başta Başbuğ olmak üzere Ergenekon davası sanıklarının Erdoğan-Koç görüşmesinin hemen ardından salıverilmesi, ciddi soru işaretleri uyandırıyor. Erdoğan neden kozunu elinde tutma kararından aniden caymıştır? Mustafa Koç Erdoğan’a durumun ne kadar tehlikeli olduğunu izah edip TSK ile bağların sağlam biçimde kurulabilmesi için bu adımın aciliyetini mivurgulamıştır? Şayet Erdoğan o toplantıda kendisine sunulan gerekçelerle Ergenekon sanıklarının salıverilmesine ikna olduysa Mustafa Koç karşılığında Erdoğan’a ne vaat etmiştir?

Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan-Koç görüşmesinin içeriğini uzun bir süre boyunca bilemeyeceğiz. Mayıs 2007’de Erdoğan ile o dönemin genelkurmay başkanı olan Yaşar Büyükanıt arasında yapılan Dolmabahçe görüşmesinin içeriğinin, bu iki kişi ile birlikte “mezara gideceği” söylenmişti. Bu görüşme de öyle mi olacak bilmiyoruz. Ama şurası açık: 2007 Dolmabahçe görüşmesi AKP’nin TSK üzerinde, daha genel olarak Batıcı-laik burjuva kampı üzerinde üstünlük sağlama sürecinde dönüm noktasıdır. TSK kadrolarını hedef alan bütün büyük davalar bundan sonra gelmiştir. TSK’nın Erdoğan yanlısı bir genelkurmay başkanının yönetimine geçmesi, bu görüşmenin yarattığı koşullarla mümkün olmuştur. Şimdi Erdoğan-Koç görüşmesi de bu mücadelenin sonuna ve AKP ile Batıcı-laik burjuva kampın barışmasına işaret ediyor olabilir.

Kimileri Koç’un Hürriyet’e verdiği röportajda diplomatik bir dille de olsa Tayyip Erdoğan’ı kararlı bir tonda eleştirmesine ve uyarmasına bakarak bu tür bir anlaşmaya ihtimal vermeyebilir. Oysa bu röportajın Erdoğan görüşmesi ile tam aynı günlere rastlatılması, bu kararlı tonun tam da halkın bir anlaşma yapıldığını anlayamaması amacıyla kullanıldığını düşündürüyor. Burjuvazi, ABD’nin Arap devrimi karşısında benimsediği “düzenli geçiş” stratejisini benimsiyor gibi görünüyor.

Kirli ittifaka karşı doğru tutum:  #hepsigitsin!

Henüz yapılan anlaşmaların doğrultusunu tam bilemiyoruz; ama kirli bir ittifakın belirtileri artıyor. Burjuvazi ve ordu, Türkiye’nin istikrarsızlığının kendi iktidarını tehdit edebilecek boyutlara ulaşmış olduğunu görmektedir. Ayrıca bu istikrarsızlığın her an içinden çıkılamayacak kadar derin bir ekonomik krize yol açabileceğini de bilmektedir. Dolayısıyla, yıllardır aleyhine çalıştığı Tayyip Erdoğan hükümetinin içine düştüğü bu zor günlerde devleti tahkim etme kaygısıyla barış çubukları yakmaktadır. Öte yanda CHP cemaatle birlikte yürümekte ve halkın geleceğini Sarıgül’lere teslim etmekte hiçbir sorun görmüyor. Bu durum karşısında doğru yol Gezi’nin yoludur, isyanın yoludur, halkın yoludur. İsyanı emekle büyütmenin ve Kürtlerle buluşturmanın yoludur. Hepsi gitsin demektir.