Dokunulmazlık saldırısı ve burjuva muhalefetinin iflası!

AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması için verdiği anayasa değişikliği teklifi mecliste 376 oyla kabul edildi. Böylece 148 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmış oldu. Peki, ne oldu da bugüne kadar dokunulmazlık zırhının nimetlerinden sonuna dek yararlanan AKP, vekillerin de dokunulabilir olması gerektiğini “kavradı”? Ne oldu da 17-25 Aralık sürecinde yolsuzluk belgeleri boylarını aşan dört bakanın yargılanmasını önlemek için yargıyı hallaç pamuğu gibi atan AKP, adaletin kör kılıcının aslında politikacıları da kesmesi gerektiğini hatırladı?

AKP’nin 7 Haziran sürecinden beri izlemekte olduğu politikaların ruhunu kavramadan bu hamaset dolu popülizme direnmek mümkün değil. Gelin, 7 Haziran’dan beri AKP’nin izlediği politikanın ana hatlarını hatırlayalım.

7 Haziran’da AKP ağır bir darbe aldı. Toplumu kutuplaştırmak için yeni bir araca ihtiyaç duydu. Erdoğan da sandıktan kendinden önceki egemenlerin emektar kılıcını çıkarttı, Kürt savaşını yeniden başlattı. Toplumu yeni baştan kümelendirmeye yöneldi: Bir tarafta “teröristler” ve onların “yasal” destekçileri, diğer tarafta ise “terör” karşısında yekvücut olmuş “yerli ve milli”ler kümesi.

Bu politika pek çok yönden işlevseldi. Kitlelerin geri bilincine hitap ederek onları şovenist bir kutuplaşmanın tarafı yapması ve HDP’yi marjinalleştirerek onun bir alternatif olarak yükselişinin önünü kesmesi en gözle görülür faydalarıydı. Burjuva muhalefetini tamamen iflasa sürüklemesi ise bu kutuplaşmanın asıl getirisi oldu.

Teslim bayrağını ilk çeken MHP oldu. Yıllardır Kürt savaşını yeniden başlatmak dışında topluma hiçbir vaatte bulunmayan MHP, bu vaadinin AKP tarafından gerçeğe dönüştürülmesiyle sahip olduğu tek oyuncağı elinden alınmış çocuğa döndü. Tarih tekerrür etti. Bir kez daha fikirleri iktidardaydı ama MHP’yi kimse umursamıyordu. CHP, Kılıçdaroğlu’nun omurgasız siyaseti sayesinde bir sağa bir sola dümen kırarak bir süre daha kendisine manevra alanı bulabildi. Ama dokunulmazlıklar konusu CHP’nin de manevra alanını tüketti. Genel başkanının “anayasaya aykırı” olarak nitelediği bir değişikliğe evet diyerek CHP de yerli ve milli muhalefet saflarında yerini aldı, Erdoğan’a boyun eğdi.

Savaş, hangi tarafa patlayacağı belli olmayan kurşuna benzer. Bir yandan sizin toplumu yeniden kümelendirmenizi, muhalefeti baskı altına almanızı, olağan koşullarda kabul ettiremeyeceğiniz uygulamaları kolayca benimsetebilmenizi sağlar. Diğer yandan ise eğer kazanamazsanız zafer vaadi ile histerikleştirdiğiniz kitlelerin hayal kırıklıkları yüzünden öfkelerini size yöneltmeleri riskini içinde barındırır. Bu yüzden savaş başlattıysanız ya fatih olursunuz, ya da sahip olduğunuz her şeyin elinizden kayıp gidişini izlersiniz. Ortası yoktur bu ikisinin.

Erdoğan’ın kitlelere vaat ettiği zafer yakın görünmüyor. Erdoğan bu yüzden savaşı, aynı zamanda kendisini en güçlü hissettiği arenaya, parlamentoya taşıyarak HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını ülke gündemine dayatmak istedi. Bu yolla hem Kürt hareketine bir darbe daha vurabilecek, hem de burjuva muhalefetini taraf seçmeye zorlayarak iflasa sürükleyebilecekti. Eğer parlamentoya tek mücadele alanı olarak bakarsanız başarılı da oldu. Erdoğan’a ve AKP’ye karşı gerçek mücadelenin parlamento dışında verileceğini bilenler içinse bu süreç basit bir gerçeği bir kez daha hatırlattı: Kürt halkının hakları için verdiği mücadelenin haklılığı teslim edilmeden, bu konuda Kürt halkı ile ikirciksiz bir dayanışma içinde olunmadan Erdoğan’ın estirdiği savaş rüzgârının karşısında durulamaz. Ülkenin doğusu yanarken üç maymunu oynayarak batıyı özgürleştirme iddiasında olan her güç politik olarak iflasa mahkûmdur. Marx’ın dediği gibi: “Başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz!”


Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2016 tarihli 80. sayısında yayınlanmıştır.