Devlet krizine seçim çözüm olmaz!

Türkiye solu, Gezi ile başlayan halk isyanı karşısında gösterdiği bir özelliğini, günümüzde doğan kriz karşısında katmerli biçimde sergiliyor. En büyük siyasi krizlere çözüm olarak seçimleri göstermek! Sosyalizmin tarihinde devrimci akımlarca “parlamentarizm” adı verilerek mahkûm edilmiş olan yaklaşımın ta kendisi! Bu yaklaşımı bir an önce terk etmek gerekiyor.

Devlet krizi

Her şeyden önce bugün Türkiye’de yaşanan siyasi krizin son derecede derin olduğunu saptayarak başlayalım. Bir kere şu anda Tayyip Erdoğan’lı AKP, hem politikada hem de ekonomide istikrarı sağlayabilecek ve hâkim sınıfların çıkarlarını güvence altına alabilecek bir güç olmaktan çıkmıştır. Buna karşılık, ufukta ona alternatif olabilecek herhangi bir güç de görünmemektedir. CHP, cemaat, MHP, TSK, başka hiçbir güç, ne tek tek ne de birlikte düzene huzur ve sükûn vaat edebilir. Bu çok derin ve sonu ufukta görülemeyen bir siyasi kriz demektir. İkincisi, siyasi krizin dünya, Avrupa ve Türkiye ekonomilerinin nesnel durumu göz önüne alındığında, aniden bir ekonomik krizle sonuçlanması muhtemeldir. Borsanın ve dövizin seyri bu tehlikeye sürekli işaret ediyor.

Ne var ki, bütün bunların ötesinde bugün Türkiye bir devlet krizi yaşıyor. Hükümet ile yargının (HSYK) ve emniyetin (yüzlerce emniyet müdürü) bir bölümü kavgalı. Hükümet, yolsuzluk soruşturması başlatan bütün emniyet görevlilerini görevden alıyor, savcıları da engelliyor. Türkiye’de hukuk askıya alınmış durumda! Yargı kendi içinde çatlamış bulunuyor: Adalet Bakanı HSYK ile, o İstanbul Başsavcısı ile, o bazı savcılarla kavgalı. En üst düzeyde dört savcı ve bir emniyet müdürü hakkında HSYK soruşturma başlattı. TSK adım adım başını yeniden kaldırıyor, içeriği açıklanmamış olan MGK toplantısından bu yana yaklaşık iki hafta içinde üç tane açıklama yaptı. Meclis Başkanı 138. madde (yani yargı bağımsızlığı) ölmüştür diyor. Başbakan “paralel devlet”ten söz ediyor. Başbakan baş danışmanı “milli orduya kumpas”tan söz ediyor. Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı “fişlenmiş iki bin kişi”yi tehdit ediyor. Meclis Başkanı “lafına dikkat etsin, başka bir bakan arkadaşımız böyle fişleme yok dedi” diyor. Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü, hem Başbakan baş danışmanını, hem de Anayasa Komisyonu başkanını “çıt çıt” diye azarlıyor, “utanın” diyor.

Devletin çivisi çıkmıştır. Üstelik, herhangi bir başkaldırı olduğu takdirde bu başkaldırıyı bastırmak için kullanılması gereken güçler de zayıflatılmıştır. Burjuvazinin iç savaşının ilk aşamasında ordu hallaç pamuğu gibi atılmıştı. Şimdi polis aynı muameleye tâbi tutuluyor.

Seçim takıntısı

Bu gerçekleri yadsımak biraz zor. Solun en azından bazı bileşenleri, krizin derinliğini vurgulamaktan zaten kaçınmıyor. Hatta “sistem krizde” diyenler, halk demokrasisi programlarını ileri sürenler var. Ama ne tuhaftır, bu kriz tahlilleri ve halk demokrasisi önerilerinden solun pratikte çıkarabildiği tek sonuç, 30 Mart yerel seçimlerinde AKP’yi yenilgiye uğratmak gerektiği! Eskiden sol devrimi hiç olmazsa söylem düzeyinde ciddiye alırdı. Şimdi söylem de geride bırakılmış! Kimse devrim ve sokakla ilgilenmiyor. Varsa yoksa seçim sandığı!

Buradan tabii birçok sonuç türüyor. Birincisi, kafayı AKP’yi sokakta değil sandıkta yenilgiye uğratmaya takarsanız, sandıkta hangi yolun başarılı olacağını düşünmek zorundasınız. Sosyalist solun önemli bileşenlerinin CHP’nin çevresinde pervane olması bu durumda kolayca anlaşılır. Bu ise bir gericilikten kurtulmak için başka bir gericiliğe destek vermek demektir. (Bkz. bu sayımızda “Gül suyuna batırılmış muhalefet” başlıklı yazı.)

Ayrıca, ortada çok açık bir şey var: Tayyip Erdoğan’ın zor tuttuğunu söylediği yüzde 50 siyasi bakımdan pasif, ideolojik bakımdan uyuşturulmuş bir kitledir. Durgun bir ortamda seçime gidildiği takdirde, bu kitlenin önemli bir bölümünün Erdoğan’a oy vermeye devam etmesi mümkündür. Yani sandık strateji düzeyine yükseltildiğinde başarısızlık bir olasılıktır. Politikada zamanlama belirleyicidir. Tayyip Erdoğan şimdi zayıftır. Rakibiniz zayıfken ona kredi açar gibi 30 Mart’a randevu vermek politikanın abecesine aykırıdır. “Git gücünü konsolide et, öyle gel” demektir!

Nihayet, 30 Mart’a kadar Türkiye’de ne olacağı bile bilinmiyor. Yerel seçim olur mu, erken genel seçim mi ilan edilir, olağanüstü bir rejim girişimi mi olur,  bunlar hiç belli değildir. İnsan bu kadar büyük bir kriz tespitinden sonra haydi üç ay sonrası için seçime hazırlanalım der mi?

Gezi isyanı cephesi

Bu ülke daha altı ay önce bir halk isyanı yaşamasa idi, bu ruh durumunu anlamak biraz daha kolay olurdu. Ama bugün yaşanan büyük krizin arka planında zaten Gezi ile başlayan halk isyanı var. İktidar blokunun dağılması doğrudan doğruya bunun ürünü. Öyleyse, yapılacak şey açıktır. Sosyalist sol güçlerini birleştirmeli, forumlara yeniden hayat üflemeli, kitleleri bağımsız bir platform zemininde harekete geçirmeli, forum hareketini işçi sınıfına doğru seferber etmeli, iki tarafı ortak bir mücadelede buluşturmalı, Kürt hareketi ile diyaloga girişerek Erdoğan’la yürümenin Kürt hareketi için ne mümkün ne de hayırlı olduğunun artık ortaya çıkmış olduğuna hevallerimizi ikna etmeli, kısacası ülkenin kaderini halk isyanını oluşturan güçlerin ele almasının yolunu döşemeli ve cepheyi genişletmelidir.

Buna “mümkün değil” diyenler hem halk isyanının anlamını kavrayamamışlardır, hem de yarın hâkim sınıfların bağrından gelecek her tür gerici çözüme razı oluyorlar demektir. Biz ise işçi sınıfının ve ezilenlerin zaferle çıkabileceği bir yolun denenmesinin mümkün ve gerekli olduğuna inanıyoruz.