Darbe sonrası Türkiye: devasa bir kriz

15-16 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından Türkiye devasa bir siyasi krizle karşı karşıya kalmış bulunuyor. Darbe emir komuta zinciri dışında yapılmış olsaydı, bugün Tayyip Erdoğan ve AKP’nin kendi Rabiacı siyasi projelerini uygulamaya koymaları bakımından bütün engellerin ortadan kalktığı bambaşka bir ortam doğmuş olabilirdi. Tayyip Erdoğan’ın ilk başta ne olup bittiğini tam anlamadan sarf ettiği, “bu Allah’ın bir lütfu” cümlesi öyle bir duruma denk geliyor. Ama bir kez Genelkurmayın ve MİT’in de darbecilerle ilişkisi konusunda ciddi kuşkular doğunca, muhtemelen onların da planlamanın bir parçası olduğu ama son dakikada bir çatlak doğduğu belli olunca, her şey bambaşka bir ışıkta görünecektir. Bizim Devrimci İşçi Partisi olarak “milli mutabakat” adını verdiğimiz, Erdoğan’ın muhalefete karşı bütün üslubunu değiştirmesine dayanan, AKP Genel Merkezine dev Atatürk posteri astıran yeni politika, AKP’nin kendini içinde bulduğu zayıf konumun dolaysız sonucudur. Türkiye derin bir siyasi krizle karşı karşıyadır ve ufukta uzun sürecek bir istikrarsızlık dönemi görünmektedir.

Sorun çok yönlüdür. En önde gelen sorun elbette Türkiye’nin bütün İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem boyunca üyesi olduğu NATO ile ve müttefiki olduğu ABD ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır. İncirlik Üssü’nden kalkan tanker uçağın darbeci savaş uçaklarını yavrusunu emziren bir ana gibi beslemiş olması, bu dev çelişkinin özeti gibidir. Tayyip Erdoğan’ın kendi hâkimiyetinde bir Sünni birliği kurma hayali olarak özetlenebilecek Rabiacılığı, son tahlilde bunun asıl nedenidir. Ama Rabiacı ya da değil, Türkiye’de herhangi bir burjuva iktidarı için NATO’dan çıkmak felaket anlamına gelebilir. Sermayenin koruyucusu son tahlilde ordudur. Çünkü Engels’in deyişiyle, devlet eninde sonunda bir “silahlı adamlar topluluğu”dur. Bugün Türkiye’de işçi sınıfı ayaklansa ve devrime doğru yürüse, siz zannediyor musunuz ki burjuvazinin mülkiyetini sadece Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) koruyacak? Hayır, NATO şemsiyesi, Türkiye’de sosyalizme karşı ABD ve AB emperyalizmlerinin ordularının da savaşacağı anlamına gelir. Sayısız çokuluslu şirketin Doğu Avrupa-Ortadoğu-Afrika bölgesi (EMEA) için karargâhlarını İstanbul’a kurmaları Boğaz’ın güzelliğinden mi sanıyorsunuz? NATO dışına düşmek, Türkiye kapitalizmi için, uluslararası sistemin gözünde derhal birkaç basamak düşmek demektir! Tayyip Erdoğan Amerikalı subaylara “haddini bil” diyor, ama iktidarının temeli olan ekonominin de Obama’ya çok şey borçlu olduğunu gayet iyi biliyor. Bilmiyorsa finans kapital hatırlatacaktır!

“Körfez sermayesi var” mı diyeceksiniz? İktidar Rabiacı programını uygulamaya kalkışsa kiminle uygulayacak? Gerçek sitesinde ayrıntılarıyla yazıldı. Mısır 16 Temmuz günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD ve Britanya’nın Tayyip Erdoğan hükümetini destekleyen karar tasarısını engelledi. Ardında Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğu kesin olarak biliniyor. Ama Mısır’ın diktatörü Sisi’nin asıl hamisi Suudi Arabistan. Onun onayı olmadan bunu kolay kolay yapamaz. AKP’ye yakın gazetecilerin tanıklığıyla söylüyoruz, Arap basını darbecileri neredeyse destekledi. Tunus’u, Suriye’yi, Irak’ı çoktan yitirmiş olan AKP, Sünnilerin birliğini zorla mı kuracak? Hangi orduyla? NATO ordusuyla mı?

Bugün Türkiye’de ordusundan ve istihbarat örgütünden hiç ama hiç emin olamayan bir hükümet vardır. Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti sanki havada boşlukta duruyor. Ardında silahlı kuvvetler ve istihbarat olmayan bir hükümet uzun vadede ayakta kalamaz. Bunun için Erdoğan TSK’yı kendine bağlatmak, yepyeni bir profesyonel ordu kurmak istiyor. NATO ordusu buna razı olacak mıdır? Burada iki büyük güç arasında cehennemi sonuçları olabilecek bir hayatta kalma mücadelesinin dinamiğini görmemek mümkün değil.

Denebilir ki, 15 Temmuz gecesi sokağa çıkan halk kitleleri arasında kolaylıkla seçilebilen o silahlı, linççi, ideolojik olarak bilenmiş güçlü topluluklar gelecekte de Tayyip Erdoğan ve AKP’nin alternatif gücünü oluşturabilir. Bu doğrudur. Bu yüzden de Türkiye’de eğer birçoklarının söylediği gibi yeni bir darbe olasılığı varsa, 15-16 Temmuz gecesi yaşanan mini iç savaşın da tekrarlanma olasılığı vardır. İşte size yeniden devasa bir kriz kaynağı! Ama iş orada da bitmiyor. O gece sokağa dökülen silahlı, linççi, ideolojik olarak kindar kitlenin bir bölümü gün gelir, Erdoğan’dan da yüz çevirebilir. Şayet nesnel koşulların güçlüğü karşısında Erdoğan ve AKP NATO’nun basıncına teslim olursa, bu güruhun bir bölümü yüzünü hızla daha radikal bir çözüme, mesela DAİŞ’e (IŞİD’e) neden çevirmesin? İstikrarsızlığın bir kapısı kapanırken bir başkası açılıyor!

Bu çelişkiler yumağına daha neler eklemek mümkün! Darbe öncesinden gelen bir dizi zaaf da Türkiye’yi sıkıştırıyor. Ama yukarıda saydıklarımız kendi başına yeter. Türkiye devasa bir krize girmiştir. Bir gelecek seçimiyle, bir uygarlık seçimiyle, kanın oluk oluk aktığı bir iç veya bölgesel savaş ile güvenli bir hayat ve gelecek arasında bir seçimle karşı karşıyadır. Bu kavşakta tek olumlu seçenek işçi sınıfının ayağa kalkarak toplumun bütün ezilenlerinin önüne düşmesidir. Emperyalizmle, NATO’yla, ABD’yle ancak çokuluslu şirketlerden ve finans kapitalden en ufak bir çıkarı olmayan işçi sınıfı başa çıkabilir. Bu gerçek çözümü sadece bir olasılık olmaktan çıkararak elle tutulur bir seçenek haline getirmek için nesnel koşulların elbette değişmesi, en başta sınıf mücadelesinin yükselmesi gerekir. Ama hayatın akışını nesnel koşullara terk ederek seyirci gibi izlemek bizim bildiğimiz solcuların değil kaderci bir dünya görüşünün işidir. Şimdiden yapılabilecek olan çok şey var. En önemlisi de işçi sınıfının devrimci partisini inşa etmeye ne katkı yapabiliyorsak onu yapmaktır. Yarın “uygarlık krizi yaşanırken ne yaptın?” diye soracak çocuklarımız karşısında başımız dik, yüzümüz ak olsun istiyorsak Deniz’ler, Sinan’lar, Mahir’ler, İbo’lar gibi cesur ve azimli olmalıyız!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2016 tarihli 82. sayısında yayınlanmıştır.