Başyazı: İsyanı çalan sandığını hazırlar!

Türkiye 31 Mayıs gece yarısından başlayarak eşi görülmemiş bir halk isyanı yaşadı. Sadece İstanbul Gezi’de değil, sadece Hatay Armutlu’da değil, Rize’nin Fındıklı ilçesi gibi yerlerde bile isyan binlerce, on binlerce, yüz binlerce insanı sokaklara döktü, milyonlar tencere tava müziğiyle katıldı şölene. Haziran balayıydı. Temmuz olgunlaşma anı. Ağustos soluklanma arası oldu. Eylül ODTÜ ile, Ankara Tuzluçayır ile, Hatay Armutlu ile dayanışma içinde yeniden bir ayağa kalkışa tanık oldu.

Ama aynı Eylül başka bir süreci daha başlattı: seçim tartışmaları. CHP kendi içinde Sarıgül’le çalkalanıyor. BDP (şimdi HDP) İstanbul’da Sırrı Süreyya Önder ile atak yapıyor. Solun tamamı ve Kürt hareketi seçim taktikleri konuşuyor.

Eylül, daha önce başlamış bir başka süreci olgunlaştırdı. “Mustafa Kemal’in askerleri” Haziran ve Temmuz’da halk isyanının meşru bir bileşeniydi. Temmuz’da kendi programlarını isyanın programı haline getirmek, herkesi askerleştirmek için planlı bir politik-ideolojik taarruz başlattılar. Sonra Kadıköy’de yapılan ulusalcı şenliğin başarısını görünce, kendi başlarına yürümeye karar verdiler.

Üçüncüsü, Eylül ayında isyan yaz uykusundan uyanırken, sağıyla soluyla liberaller aniden “bu kadarı fazla” demeye başladılar. Bunlara göre isyanı Ergenekoncular kullanıyordu. Polise benzer biçimde isyancıların bir bölümü de şiddete başvurmaya başlamıştı. Ayrıca zaten huzursuz zengin çocukları değil miydi Gezi parkını dolduranlar? Böylece tam anlamıyla türlü tadında, ama isyan karşıtı bir karalama çorbası pişiriliyordu.

Ulusalcısı, liberali, her renkten CHP’lisi, bunların ortak noktası, işi tek önemsedikleri siyaset biçimi olan, sandığa havale etmekten ibarettir. (Bazılarının bazı koşullarda daha da fazla sevdikleri bir yöntem yok değil. Ama askeri darbe yöntemi bugünlerde tutukluk yapıyor!) Uzun bir tarihsel süreç içinde parlamento tutkunu haline gelmiş sosyalist sol akımlar da onların peşinde. İsyanı el birliğiyle durduruyorlar. Çalıp sandığa havale ediyorlar.

Oysa ODTÜ camiasına ve 100. Yıl mahallesi halkına bakın. En başta öğrenciler, ama aynı zamanda öğretim görevlileri, asistanlar, üniversitenin emekçileri, mahallenin emekçileri, ODTÜ mezunları, hepsi birden Gökçek’in ormanlara karşı gece yarısı savaşlarına ve Erdoğan’ın müteşekkir olduğu polise karşı onurlu bir direniş gösteriyorlar. “Ateş düştüğü yeri yakar” mı diyeceğiz? ODTÜ kampüsünü ve doğal hayatın toprak rantı tarafından henüz biçilmemiş olduğu öteki ortamları Mart ayına kadar korumasız mı bırakacağız? Halk isyanını cami avlusuna mı bırakacağız?

O kocaman isyanı AKP hükümeti söndüremedi. Seçim takıntısı söndürmeye başlıyor. İzin vermeyelim.

Bu yazı, Gerçek gazetesinin Kasım 2013 sayısında başyazı olarak yayınlanmıştır.