Ana muhalefet mi, düzene muhalefet mi?

Parlamentoda temsil edilen muhalefet açısından bakıldığında cumhurbaşkanı seçiminin çok belirgin bir özelliği var: CHP ve MHP’nin seçim stratejisi tam anlamıyla iflas ederken, HDP’nin seçim kampanyası çarpıcı bir başarı kazandı. HDP’deki yoldaş ve hevallerimiz de bundan çok dikkat çeken bir sonuç çıkardılar: HDP artık yeni "ana muhalefet"tir, dediler. Örneğin Özgür Gündem seçimin ertesi günü sürmanşetinde esas olarak bu temayı işliyordu. Harekete yakın birçok yazar da benzer ifadeler kullandı.

Biz bu yazıda bu tespitin gerçekçiliğini tartışmayacağız. Geçerken belirtelim ki, bu öngörünün gerçekleşmesi için iki koşuldan birinin doğru olması gerekir: Ya HDP’nin seçim zaferi CHP-MHP çatı adayı stratejisinin iflasından bağımsız olmalıdır, ki öyle olmadığını biliyoruz, o iflas HDP’nin başarısının en azından kaynaklarından biridir; ya da CHP ile MHP’nin bu stratejiyi ısrarla sürdürmeleri gerekir, ki CHP ve MHP yönetici kadrolarının siyasi zekâsına bakılınca bu olanaksız durmuyor, ama yine de bu kadar başarısız bir stratejiyi onların bile sürdürmesi düşük olasılıktır.

Bizim sormak istediğimiz şu: HDP ortamı bu “ana muhalefet” kavramına neden bu kadar büyük önem atfediyor? Şayet dikkatsiz bir kullanımsa mesela yok: Yani yoldaşlarımız diyebilirler ki, “biz iktidarın karşısındaki en güçlü odak olmak istiyoruz”. Kimin itirazı olabilir? Ama “ana muhalefet” öyle bir kavram değil. Yasalarda bile tanımlanmış bir kavram. Parlamenter politikanın asli bir unsuru, bu siyasi düzenin kendisini yeniden üretmesinin ayrılmaz parçası. O zaman iki olasılıktan biri: Ya hevallerimiz ve yoldaşlarımız bu dikkatsiz kullanımı terk etmeliler ya da buna sahip çıkıyorlarsa bunun “yeni yaşam” ile ilişkisini bize izah etmeliler. Çünkü ana muhalefet Anıtkabir protokolündeki yeri bile devletçe belirlenmiş bir kategori olduğuna göre, biraz “eski yaşam” kokuyor demektir. Bu tür yaklaşımlarla yeni yaşamın gerçekten kurulabileceğine inanmak biraz güç görünüyor.

Tabii, bu başka bir soruyu çağırıyor: “Yeni yaşam”ın nasıl, hangi yollardan kurulacağı sorusunu. Şayet Kürt hevallerimiz bu kadar uzun yıllardır süren düzen dışı bir pratikten sonra bunun parlamentoda ana muhalefet tarzı bir siyasetle kurulabileceğini düşünüyorlarsa bunu dile getirsinler ki parti tabanı bu parlamenter değişim yolunu iyi anlasın. HDP’de örgütlenen Türkiye sosyalist hareketinden gruplar ve partilerin bazılarının uzun yıllardır parlamento yoluyla bir yeni hayat yaratmaya soyunduğunu biliyoruz elbette. Ama onlarla bu konularda polemik yapan, onları reformist bulan diğer sosyalist parti ve grupların taraftarları ne düşünüyor, onu bilmeyi doğrusu isterdik. Çünkü bazılarıyla ÖDP içinde, bazılarıyla genel olarak sol hareket içinde sol liberalizme ve reformizme ve parlamenter sığlığa karşı omuz omuza mücadele vermişliğimiz var.

Bu parlamentarizm saplantısı öyle kolay kolay koyduğun şişede de durmuyor. Mesela HDP ortamından bir gazeteci, bu işi çok ciddiye alınca, seçim öncesinde bir yazı yazmış (31 Temmuz), Demirtaş’ın oylarının yüzde 10’a yaklaşması, hatta aşması olasılığı halinde şu ikili alternatife ulaşmış: “Bu ‘ivme rüzgarıyla’ yelkenlerini dolduran HDP, bir yıl sonra yapılacak olan genel seçimlere parti olarak girer, yüzde on barajını aşar, en az 60-70 vekille Meclise girer; ya korkutucu bir ‘muhalefet’ partisi olarak hükümeti baskı altına alır; ya da ‘çözüm’ yanlısı bir partiyle koalisyon hükümetinin ortağı olur.”

Kürt hareketinden ya da Türkiye sosyalist hareketinden bütün devrimci yoldaşlarımızın bu satırları dikkatle birkaç kez okumalarını tavsiye ederim. Bu satırlarda AKP-HDP koalisyonu ihtimalini okuyamıyorsanız, politikayı bırakın! Burada “yeni yaşam” sloganı “yeni Türkiye” sloganı ile birleşiyor. Bu mu Selahattin Demirtaş’ın kampanyasında vaat edilen?

Bunu yazan öyle deneyimsiz, kenarda kıyıda kalmış bir gazeteci değil. Gazetenin politikasına damgasını vurduğunu dikkatli her politik gözlemcinin anlayabileceği Veysi Sarısözen!

O zaman soralım: HDP ortamını saran bu “ana muhalefet” merakı, acaba bu koalisyon ortaklığına kadar gider mi? HDP, son otuz yıldır Türkiye’deki en güçlü sol muhalefet olan Kürt hareketi ile sosyalist hareketin çok değerli birtakım parti ve gruplarını kapsıyor. Onların nereye doğru gittiğini bilmek bizi çok ilgilendiriyor.