AKP’nin iç savaşı

20. yıldönümü yaklaşmakta olan Susurluk kazası sonrasında da böyle olmuştu. Suç çok farklıydı, insan tipi çok farklıydı, ama suçlular arasındaki ilişkilerin ortaya dökülmesi çok benzerdi. O dönemde devletin baskı aygıtlarından mafyaya, Kürt itirafçılardan eski faşistlere, 1993 konsepti diye bilinen ve en yalın haliyle “Kürdün özgürlüğüne gönül vermiş olanı bulduğun yerde öldür” ilkesine dayanan politikanın failleri arasındaki suç ortaklıklarının delilleri ardı arkası kesilmek bilmez biçimde ortalığa saçılmıştı. O zamanın fotoğrafları, devletin resmi güçleri ile yine devletin bordrolu katillerini, mesela bir düğünde kafalar dumanlı, karşılıklı göbek atarken gösteriyordu. Bugünün fotoğrafları ise AKP’nin saygıdeğer milletvekillerini yine aynı AKP’nin liderinin, gözü dönmüş terörist, “haşhaşi” olarak nitelediği bir örgütün başı olan Pensilvanya imamı karşısında el etek temenna ederken gösteriyor! Herkes meşrebince!

Her gün yenisi ortaya çıkan fotoğraf ve videolar, AKP ile FETÖ olarak adlandırılan Gülen cemaatinin uzun gayri resmi koalisyon yıllarında bütünüyle iç içe geçmiş olduğunu gösteriyor. Bundan olağan bir şey de yok: koalisyon yapan güçlerin biri bir siyasi örgüt; öteki ise kendini sadece sosyal ve kültürel hizmetler yürüten bir Müslümanlar topluluğu olarak sunan bir çevre. Yani görünüşte rakip değiller. Dolayısıyla, iki örgütün suç ortaklığı yaptığı, o dönemin başbakanının kendi ağzından “ne istediler de vermedik?” diye sorduğu bir dönemde, birçok cemaat mensubunun AKP’li olması, birçok AKP’linin de cemaate şu ya da bu ölçüde intisap etmesi gayet olağan. Hiç unutulmasın: Fethullah Gülen aynı zamanda bir ekonomik imparatorluğun doruğunda oturuyor. AKP-cemaat ilişkisi aynı zamanda en dar anlamıyla bir çıkar ağı.

Mesele burada bitmiyor. Mesele, AKP’nin cemaatle iç içe geçmiş sayısız unsurunun 15 Temmuz darbesinin siyasi ayağı olarak da bir büyük suçtan sorumlu olmasına ulaşıyor. Yani Mavi Marmara olayında (2010) ya da Hakan Fidan olayında (2012) ya da 17-25 Aralık olayında (2013) iki örgüt arasında kopuş tamamlanmamış. AKP’liler sadece bugün terör örgütü olarak adlandırdıkları bir çevreye yıllarca yardım ve yataklık yapmakla yetinmemiş. Sorun sadece eski dönemde değil. Bütün işaretler gösteriyor ki, AKP’lilerin bir bölümü 15 Temmuz darbesinin de önünde, arkasında, yanında, içinde imiş. Darbeci generalin kardeşi milletvekilinden Topbaş’ın tutuklu damadına kadar sayısız unsur bunun ipucunu veriyor. Öyleyse AKP’nin OHAL ile başlattığı savaşı bir gün mutlaka kendi içine çevirmesi gerekecek. 15 Temmuz AKP içinde de bir büyük savaşı tetikleyecek. Bunun yakında başlayacağına dair işaretler birikiyor.

2000’li yılların başı, burjuvazinin Batıcı-laik kanadı ile İslamcı kanadı arasında bir siyasi (kansız) iç savaşı Türkiye politikasının merkezine yerleştirmişti. Sonra İslamcı kamp çatladı, AKP ile cemaat arasında bizim DİP olarak “iç savaşın iç savaşı” olarak nitelediğimiz yeni mücadele başladı. Bu iki kansız iç savaşın birleşik dinamiği, 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece 24 saatlik, bu sefer kanlı bir “mini iç savaş”ı doğurdu. Şimdi sıra AKP’nin iç savaşında. Hangi tempo ile gelişir, ne biçimler alır, sonucu ne olur, kestirilmesi zor. Ama her gelişme Tayyip Erdoğan’ı biraz daha yalnızlaştıracağı için rejimi gittikçe daha fazla istibdada sığınmaya itecektir.

Türkiye adım adım bir fetret dönemine giriyor.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2016 tarihli 84. sayısında yayınlanmıştır.