17 Aralık ve 25 Aralık karartılamaz! Hırsızlar yargılanacak!

Bundan tam bir yıl önce, 17 Aralık 2013’te, birtakım bakan oğulları, onların hizmetinde oldukları İranlı Rıza Sarraf, Halk Bankası’nın genel müdürü ve bir dizi başka yardakçı gözaltına alınmıştı. Daha sonra bu oğulların babaları da dâhil dört bakan, yani Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve Erdoğan Bayraktar görevden alındı. Halk arasında “rüşvetin delili olmaz” diye bir söz vardır. Bu olayda sayısız delil vardı. Yatak odalarına konulmuş para sayma makinelerinden, ayakkabı kutularına yerleştirilmiş milyonlarca dolardan bakanların kolundaki 700 bin liralık hediye saatlere kadar elle tutulur nice delil!

25 Aralık’ta ise soruşturma Tayyip Erdoğan’ın kendi ailesine kadar ulaştı. Bilal Erdoğan’ın ve onun elindeki araç olan Türgev adlı vakfın da dâhil olduğu, sayısız yolsuzluk örnekleri ile beslenmiş bir dizi dosya, yolsuzluğun sorumluluğunu o dönemde başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın kapısına kadar getirdi. Bu da yetmedi. Haftalara, hatta aylara yayılan bir süreç içerisinde internete düşen ve o dönemde “tapeler” olarak adlandırılan bir dizi ses kaydı, ortaya çarpıcı yeni deliller çıkarttı. Bunlar arasında biri vardı ki, Tayyip Erdoğan’ın şahsen işin içinde olduğunu açık seçik ortaya koyuyordu: o dönemin başbakanının, oğlu Bilal’e verdiği evlerindeki bir milyar dolardan yüksek miktarda parayı “sıfırlama” komutunu içeren ses kaydı!

Hükümet yolsuzlukta suçüstü yakalanmıştı. Kurtulması mümkün görünmüyordu. AKP iktidarının yolun sonuna gelmiş olduğunu düşündürtecek bir durum doğmuştu. Ama bir yıl boyunca AKP iktidarda kaldığı gibi, 30 Mart’ta yapılan yerel seçimleri yine açık ara kazandı, hatta Ağustos ayında liderini cumhurbaşkanı seçtirerek Kaç-Ak Saray’a yerleştirdi. Bu nasıl olmuştu? Bu konuda berraklık, AKP iktidarına karşı gelecekte verilecek mücadelenin anahtarını sağlayacaktır. Geçtiğimiz bir yıldan ders almayanlar, Türkiye’nin felakete doğru sürüklenmesine omuz vermiş olacaktır.

Aklama ve karartma devleti

17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarından hemen sonra AKP hükümeti devleti bütünüyle kendi yolsuzluklarının delillerini karartma ve böylece hükümeti ve Tayyip Erdoğan’ı aklama görevine koştu. Polise, yargıya, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK), Sayıştay’a, internete, sosyal medyaya, bunlardan sorumlu kurumlara ve en başta Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) her türlü müdahale, operasyon, yasaklama ve kadro değişikliği yöntemini kullanarak delillerin üstünü örttü. Devletin birkaç ay boyunca tek işlevi delil karatma ve yolsuzluk yapanları aklama haline geldi. Hatırlanacaktır, bu çabanın sonucu, bütün dünyaya parmak ısırttıracak biçimde twitter ve youtube’un Türkiye’de yasaklanması oldu. 21. yüzyılın başında devletin bir karartma rejimi haline gelmiş olduğunun bundan daha çarpıcı bir örneği olamaz!

Bütün bunların sonucunda işin geldiği yerde yargı bütünüyle kontrol altına alındıktan sonra 17 Aralık dosyaları da, 25 Aralık dosyaları da savcılar tarafından takipsizlik verilerek kapatıldı. Ama bir çıbanbaşı vardı. AKP hükümetinin, hem de öyle sıradan değil çok güçlü bakanları olarak görev yapmış olan dört bakan 17 Aralık’tan kısa bir süre sonra görevden alınmıştı. Bu, AKP iktidarının kendisinin iddiaların ciddiyetini kabul ettiğinin bir göstergesi idi. Üstelik, bu bakanlar hakkındaki fezleke meclise ulaştıktan sonra meclis bu konuda soruşturma açmıştı. Bunun da günü kaçınılmaz olarak gelecekti. Ortaya büyük bir ironi çıkıyordu: AKP iktidarı, yargıyı delik deşik ederek bakanlarını mahkemelerden kurtarmıştı. Ama kendisinin asıl elinde olan güçler, yürütme ve yasama aracılığıyla aynı bakanların sorgulanmasına olanak yaratmak zorunda kalıyordu!

Bilindiği gibi, Kasım ayı bu bakanların meclis soruşturma komisyonuna hesap vermesiyle geçti. Bu soruşturma esnasında AKP’li komisyon üyeleri bile eski bakanları sıkıştırmak zorunda kaldılar! İşte 14 Aralık operasyonu bunun üzerine geldi. Zamanlama açıkça bakanların mecliste sorgulanmış olmasının etkisinin giderilmesi ve 17 Aralık’ın yıldönümünde yolsuzlukların değil güya darbeye kalkışmış olan cemaat mensuplarının suçlarının konuşulması hedefini güdüyor. 14 Aralık operasyonu bir yıllık karartma devletinin faaliyetler zincirinin şimdilik son halkasını oluşturuyor!

Erdoğan’ın askerleri

Peki, Tayyip Erdoğan ve AKP kendilerini içinde buldukları son derecede sarsılmış konumdan hareketle bu karartmayı nasıl yapabildiler? Bu bir yıl içinde nasıl ayakta kalabildiler? Bu soruya “iki seçim kazandılar, halk onları destekliyor” diye cevap vermek, doğruluk payı içerse bile, politikaya naifçe, burjuva demokrasisinin işleyişine ise budalaca yaklaşmak demektir. Evet, burjuva demokrasisinde halkın oyu faktörlerden biridir. Erdoğan sandıkta ciddi şekilde zayıflasaydı, cumhurbaşkanı seçilemeseydi, tabii ki bugün olduğu gibi AKP iktidarı sürüyor olamazdı. Ama hükümetler sadece seçim kaybederek gitmezler. Bazen bir yolsuzluk veya seks skandali, en güçlü liderleri bile tarih sahnesinden indirir.

AKP iktidarını ayakta tutan ve Erdoğan’ın Kaç-Ak Saray’a yerleşmesini olanaklı kılan, esas olarak Türkiye’nin büyük burjuvazisi ile silahlı kuvvetlerinin düzenin bekası konusunda kapıldıkları korku dolayısıyla Erdoğan’ı bugüne dek desteklemiş olmalarıdır. Tayyip Erdoğan hükümeti 17 Aralık ile 30 Mart arasında düşseydi, Türkiye büyük bir istikrarsızlığa sürüklenirdi. Bir yandan ekonomi aniden derin bir krize girerdi; Ocak ayında doların ateşinin nasıl yükseldiği hatırlardadır. Bir yandan da daha altı ay önce yaşanmış halk isyanının yeni biçimler altında alevlenmesi ciddi bir olasılık olarak ortada duruyordu.

·         Ulusalcı kamp Erdoğan ile derhal pazarlığa girişerek Ergenekon ve Balyoz davalarından vazgeçilmesi karşılığında yolsuzlukların peşini bırakacaklarını ima etmiştir. Bugüne kadar da bu çizgiden bir sapma olmamıştır. İşçi Partisi’nin siyasi çizgisi bunun en belirgin ifadesidir. İşçi Partisi ve onun gazetesi Aydınlık, Veli Küçük kontrgerillasının derin devleti yeniden ele geçirebilmesi için Fethullah Gülen cemaatini temizleyebilmek amacıyla yolsuzlukların üzerine gitmekten bütünüyle kaçınmaktadır. Bundan kuşku duyan Aydınlık’ın 17 Aralık operasyonunun yıldönümünde birinci sayfasını incelesin.

·         Türkiye tekelci sermayesinin bir numarası, AKP’nin yeni bir sermaye dilimi adına hâkim konumuna son vermeyi amaçladığı Batıcı-laik burjuvazinin önde gelen temsilcisi Koç grubu, burjuvazi adına Erdoğan’a geçici bir süre için güvence verdi. Tayyip Erdoğan ile Mustafa Koç arasında Gerçek gazetesinin “İkinci Dolmabahçe Görüşmesi” olarak andığı, içeriği gizlenen bir görüşme yapıldı. O zamandan beri Erdoğan ile Koç bir dizi açılış töreninde mutlu bir ikili gibi kameralara birlikte gülümsedi. Tüpraş’ın yeni fuel oil tesisinin açılışının tam da bugünlere denk gelmesi bile rastlantı değildir. Büyük burjuva basını da politikasını buna uygun biçimde ayarladı. Bundan kuşku duyan basının “amiral gemisi” olarak anılan Hürriyet gazetesinin 17 Aralık’ın yıldönümünde birinci sayfasını incelesin.

·         Fethullah Gülen cemaati, “25 Mart tapeleri” olarak bilinen ve Erdoğan’ı paldır küldür devirebilecek kadar ağır deliller içeren ses kayıtlarını, hatta görüntüleri yayınlamaktan vazgeçti. Bu kayıtların en azından bir bölümünün var olduğu konusunda kuşku olamaz, çünkü Erdoğan kendisi bunu (muhtemelen halkı alıştırmak için) defalarca açıkladı. O zaman sormak gerekiyor? Neden yayınlanmadı bu tapeler? Solda bu soruyu soran bizden başka kimsenin olmaması gerçekten hayretler vericidir! Haydi düzen güçleri sormuyor, çünkü “düzenli geçiş” istiyorlar. Sol neden sormuyor? Cemaatin 25 Mart tapelerini yayınlamamış olması konusunda akla yakın tek ihtimal şudur: Fethullah Gülen’le “ananas” ilişkisi içinde olan Mustafa Koç, Gülen’in elini tutmuştur! Yani Gülen de Erdoğan’ı düşürecek adımı atmaktan bile bile kaçınmıştır.

·         AKP’nin siyasi rakipleri dahi burjuvazinin ve ordunun bu “düzenli geçiş” stratejisine uydular. CHP’nin cumhurbaşkanı için adayını seçerken “geçiş süreci” boyunca kendi adayının seçilmesi halinde başbakan Erdoğan ile iyi anlaşıp anlaşamayacağını önemli bir kriter olarak ele aldığı gerçeği, Yılmaz Özdil’in ifşa ettiği bir belge aracılığıyla ortaya çıktı. (Bkz. http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/yilmaz-ozdili-isinden-eden-hangi-yazisiydi.)

Yani Erdoğan’ı düşürmeyi kimse istemiyordu! O zaman Erdoğan nasıl ayakta kaldı diye sormanın âlemi var mı?

Solun sefaleti

Düzen güçlerinin Erdoğan’a koltuk değneği olan politikası yine de Erdoğan’ı ayakta tutmaya yetmeyebilirdi. Evet, işçi sınıfı hâlâ durgundu. Ama Türkiye daha yeni devasa bir halk isyanı yaşamıştı Gezi olaylarıyla başlayan. Bir de hükümet onlarca yıldır kimsenin başa çıkamamış olduğu bir sorunla boğuşuyordu: Kürt sorunu. Şayet sosyalist hareket ve Kürt hareketi burjuvazinin kendini içinde bulduğu bu vahim durumu doğru değerlendirip doğru bir siyasi hat izleseydi, bugün Erdoğan başta olmazdı.

Sosyalist sol, 17 Aralık’taki krizi 30 Mart’ta çözmek istedi. Marksist politikanın bütün tarih bilincini elinin tersi ile iterek krizlerin ancak belirli süreler içinde, belirli koşullar altında etkisini sürdüreceğini unutmuştu! Leninist taktik yaklaşımın zamanlama sanatının incelikleri üzerinde yükseldiğini unutmuştu! Savaş sanatının en temel ilkesini, savaşın düşmanın en güçlü olduğu alanda verilmeyeceğini unutmuştu. Tayyip Erdoğan seçimlerde görülmemiş bir güce sahip olagelmiştir. Onu, bu kadar zayıf bir durumda yakalamışken susup iktidardan düşürmek için seçimleri beklemek, ancak parlamentarizm batağında mümkün olabilir.

Kürt hareketi, önce Gezi ile başlayan halk isyanında, sonra da 17-25 Aralık ortamında Erdoğan’ı düşürmek istese en etkili olabilecek güçtür. Gezi komünü sırasında Dağkapı meydanında benzer bir işgal başlatılsa Türkiye’de hiçbir hükümet ayakta kalamazdı. Kürt hareketi Erdoğan’ı düşürebileceği zaman düşürmemenin sıkıntısını ileride yaşayabilir. Daha şimdiden, Erdoğan’ın ve AKP’nin Kobani’ye ve Ekim serhildanına karşı aldığı tavır geçmişte hata yapılıp yapılmadığını Kürt hareketine sordurmalıdır.

Gelecek hırsızların olmayacak!

İşte Türkiye’yi bugünlere getiren budur. Ama bir şey hiç gözden kaçmamalı. Erdoğan ve AKP iktidarı, bugün yaptıklarını sağlam ve kudretli olduğu için değil, korku içinde olduğu için yapıyor. Düzenin içindeki çatlaklar bile büyüyor. AKP kendi içinde yarılmıştır. 2015 genel seçimleri “düzenli geçiş”in son merhalesidir. Ondan sonra tufan!

Ama bundan çok daha önemlisi şudur: Türkiye bir yıllık bir süre içinde iki halk isyanı yaşamıştır. İlki Haziran-Eylül 2013’te ülkenin batısında. İkincisi, Ekim 2014’te Kürt coğrafyasında. Bir depremin ön sarsıntılarını hissetmemek mümkün değil.

Şimdi yaklaşan ekonomik kriz asıl büyük devi, işçi sınıfını ayağa kaldırırsa, o zaman görün şenliği. Hırsızlar mutlaka yargılanacak. Onları emekçi halk yargılayacak!