Türkiye’nin kaderini çizecek bir sonbahar

Siz bakmayın Tayyip Erdoğan’ın sağda solda esip gürlemesine. Erdoğan ve AKP hükümeti korku içinde. Ekonomi tepetaklak gitmeye başladı. AKP müttefiklerinin teker teker kopup gittiğini görüyor ve telaşa kapılıyor. Kırılgan bir ekonomi, zayıflayan bir hükümet. Bir de isyan yeniden parlarsa, bunun arkası çöküntüdür. Bu yüzden isyanın yeniden canlanmasına olanak tanımamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar!

Anormal!

Başbakan yardımcısı Türkiye’nin en etkili gazetesini yayın politikası dolayısıyla azarlıyor. Bekir Bozdağ, Hürriyet’e Suriye’deki kitlesel ölümlere daha çok yer vermediği için çattı. AKP hükümeti Türkiye insanını çok şeye alıştırdı, ama bu aslında anormal bir şeydir. Bir hükümetin ya da hükümetin bir üyesinin basının yayın politikasına karışması basın özgürlüğünün ayaklar altına alınmasıdır, çünkü hükümetin yaptırım gücü vardır. Basının öteki kuruluşları veya tek tek gazeteciler üzerindeki baskı bu durumda olağanlaşmış demektir.

Bir başka örnek: maçlarda siyasi sloganlarla mücadele konusundaki tavır. Siyasi slogan hiçbir yerde yasak olamaz. Çünkü siyasi slogan ifade özgürlüğünün en arı biçimlerinden biridir. Bir yerde slogan atılmasını kısıtlamak için çok özel nedenlerin olması gerekir. Bunlar yasayla sayılmıştır. Aralarında hükümeti eleştirmek yoktur! Hükümet aleyhine slogan atılmasını engellemek için stat dışında polis baskısı anormal bir şeydir.

Öğrencilerin tatil döneminde okula toplanması ve öğretmenlerini ihbara zorlanması, öğretmenlerin öğrencilerini gammazlamaya davet edilmesi, komşunun komşuya karşı kışkırtılması bunlar ve başka uygulamalar anormal şeylerdir.

Korkunun nesnel temelleri

Tayyip Erdoğan ve AKP’nin korku içinde anormal şeyler yapmaya başladığı açık. Ama bu anormal şeyler aynı zamanda hükümetin hayat süresini muhtemelen daha da kısaltacak etkiler yapıyor. Tayyip Erdoğan korku içinde bağırıp çağırıyor ve battıkça batıyor. Kendi tabanını sağlam tutmak için kendisine karşı darbe planlandığını ileri sürüp duruyor. Bunu kanıtlamak için en son bulduğu koz Mısır’da olup bitenler. Türkiye’de çok hassas bir mesele olan Filistin davası dolayısıyla insanların İsrail’den nefret ettiği ortada. İşte bu yüzden Mısır darbesini İsrail’e bağlarsa kendisine sempati artacak hesabıyla o ülkede darbenin ardında İsrail olduğunu ileri sürdü. Kanıt var dedi, kanıt diye gösterdiği şey kargaları bile güldürecek türden. 2011 yılında bir Fransız filozofu televizyonda Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimleri kazansalar dahi iktidar olamazlar mealinde bir şeyler söylüyor. Yanında oturan bir İsrailli bakan da kafa sallayarak onaylıyor. Bu da Mısır darbesinin İsrail tertibi olduğunun kanıtı oluyor! Bunlar Erdoğan’ı Batılı hamilerinden gittikçe koparıyor. Bu, Türkiye’nin uluslararası sermaye için bir “istikrar” ülkesi olma karakterini yitirmesi, AKP ekonomisinin temeli olan “sıcak para” girişinin durması demektir. Tam doların 2 TL olduğu noktada bu akışın durması vahim sonuçlar doğurur. Bu ise Erdoğan’ın burjuvazi açısından bir koz değil bir yük haline gelmesi demektir.

Mısır ile ilgili olarak Erdoğan sadece Batı’yı değil “Arap kardeşlerini” de yitiriyor. Çünkü Arap dünyasında Mursi ve destekçilerini bu tarz savunan hemen hemen yok. Mısır darbesi, Batı’nın yaptırdığı bir darbe değil ki, devrimden korkan Mısır ordusunun ve arkasındaki Suudi Arabistan’ın düzenlediği bir darbe. Darbeden en çok zarar gören Katar’ın ya da Mısır’dan sonra sıraya kendisinin girdiği izlenimine sahip Tunus’un bile Erdoğan kadar sesi çıkmıyor. Diğer Arap ülkeleri ise Suudi Arabistan’ın arkasında toplanmış durumdalar. İşte “değerli yalnızlık” adı altında savunulan diplomatik durum buradan doğuyor. Ama Batı’nın sıcak parasını yitirme riski ile karşı karşıya olan Türkiye sermayesi, bu gidişle Körfez parasını da yitirecek! Birleşik Arap Emirlikleri’nin iptal ettiği 12 milyar dolarlık proje bunun ilk örneği olabilir. Bir tek Katar’ın, o da politika değiştirmezse, sermayesi ile koskoca Türkiye ekonomisini ayakta tutmaya çalışmak hayal!

Müttefikler batmakta olan gemiyi terk ediyor!

Erdoğan Batılı hamilerini ve “Arap kardeşlerini” (yani kralları, şeyhleri, emirleri, diktatörleri) kaybetmenin yanı sıra, içeride de bir destek kanaması yaşıyor. Liberaller AKP’yi laik duyarlılığa sahip demokrat eğilimli kitleye pazarlamak bakımından yıllarca çok önemli bir rol oynamıştı. Çoğu ya kovuldu ya çekildi.

TÜSİAD’ın bazı kanatlarıyla Erdoğan arasında belirli bir yakınlaşma yaşanıyordu son yıllarda. Gezi’den sonraki atmosfer ilişkiyi yine zehirledi. Koç grubuna yapılan vergi denetimi taarruzu o kadar kör kör gözüm parmağına idi ki, İslamcı kamptan Kayserili Boydak grubu dahi bunun karşısında sesini yükseltti.

Gülen cemaatiyle AKP arasında neredeyse bir söz savaşı yaşandığı artık herkesin malûmu. Fethullah Gülen kaybedecek ata hiçbir zaman oynamadı. Onun politikası ilkeler değil pragmatik yarar üzerine kuruludur. Geminin batması ihtimali onu Erdoğan’dan bütün bütün uzaklaştırır.

Her şeyin ötesinde AKP’nin kendi içinde beliren çatlak her geçen gün büyüyor. Gül ile Erdoğan arasındaki yarış 2014’te Erdoğan’ın konumunu tehlikeli hale getiriyor.

Sallayın düşebilir!

İşte Erdoğan ve yandaşları Eylül’den itibaren isyanın parlamasından bu yüzden ölümüne korkuyor. Çünkü biçimi ne olursa olsun isyanın ayağa kalkması hükümetin ekonomide çökmesine yol açar. Batılıların Erdoğan’a güvenini bütünüyle sarsar. Müttefiklerinin AKP’den kaçışını daha da hızlandırır. Hükümetin düşmesiyle sonuçlanabilir!

Kimileri, bu durumdan yerel seçimlerde en ucube ittifaklara dönülmesi, en güvenilemeyecek adayların desteklenmesi gerektiği sonucuna ulaşıyor. Oysa seçimlere daha altı ay var. Altı ayda çok şey değişebilir. Politikada zamanlama her şeyden önemlidir. Bugün en zayıf anında kitle hareketi Erdoğan’ı sarsmayı başaramazsa Erdoğan yarın toparlanabilir. Bir isyanın ihtimali sıcakken kafayı seçimle bozan herkes, hareketin yenilgisini hazırlıyor demektir. Hükümete günbegün muhalefet edilmeli, her mücadele toplu halde desteklenmeli, isyanı yüzde 99’un isyanı haline getirmek için her fırsattan yararlanılmalıdır. BEDAŞ’a da gaz sıkılıyor, memura da. “Çapulcu” hareketi onların da etrafını doldurmalıdır.

Hükümetin Eylül korkusunu karşılıksız bırakmamalıyız. Korktuğunun başına gelmesini sağlamalıyız!

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2013 tarihli 47. sayısında yayınlanmıştır.