Üniversitelerin piyasalaştırılmasına karşı birlikte mücadele edelim

Yıllardır “üniversite-sanayi işbirliği” gibi yaldızlı laflarla pazarlanan üniversitelerin, sermaye güdümlü bilim üretim merkezleri haline getirilme çabaları hız kesmeden devam ediyor. Şirketler için adeta vergi kaçırma merkezi olan teknokentler, üretilen bilimin niteliğinin kâr oranı üzerinden değerlendirilmesinde önemli bir noktada duruyor. Üniversite rektörlükleri tarafından teknokentlerden elde edilen kârlar gurur vesilesi haline getirilirken şimdi de üniversitelerin piyasalaştırılması doğrultusunda yeni “proje”ler dillendiriliyor.

Çalışan öğrenciye maaş lütfu: asgari ücretin üçte biri!

Akşamgazetesi internet sitesinde yayınlanan bir haberde “Üniversite A.Ş.” döneminin başladığı müjdelenip, bu dönemle ilgili birtakım bilgilere yer veriliyor. Habere göre ilgili kanuna "Üniversiteler, lisans düzeyinde eğitim veren fakültelerinde okuyan öğrencilerin eğitimleri süresince teorik derslerin yanı sıra mesleki beceri ve yeterlilik kazanımlarını sağlamak üzere eğitimlerinin en az bir yarıyılını işyerinde yapmalarını zorunlu kılabilir" ifadesi eklenecek. Bu durum öğrencilerin stajdan farklı olarak bir veya daha fazla yarıyılını eğitim alarak geçirmesi yerine özel bir firmada düşük ücretle çalışması anlamına geliyor. Yani öğrenciler üniversitede alacakları derslerin bir kısmı yerine, bir şirkette çalışarak “piyasa koşullarında hayatta kalma” dersi alacaklar. Çalışan öğrencilerin maaş alacak olması neredeyse bir lütuf olarak sunuluyor. Maaştan kasıt ise 1300 liralık asgari ücretin üçte biri, yani 433 lira! Bu durumdan çıkan tek sonuç, öğrencilerin ucuz iş gücü olarak kullanılarak piyasanın gerçek yüzünü daha mezun olmadan görecek olmalarıdır.

Tasarıyla ayrıca, teknokentlerdeki şirketlerin ayrıcalıklarına yenileri ekleniyor. Buna göre, bu şirketlerde çalışan lisans mezunlarının maaşlarının bir kısmının Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından karşılanması söz konusu. Özetle üniversite öğrencilerinin burs, barınma, beslenme gibi en temel sorunlarına yönelik kalıcı hiçbir çözüm üretilmezken kamunun tüm kaynakları fütursuzca sermayeye peşkeş çekiliyor.

Emekçilere de fayda yok

Bu tabloda, piyasaya gün geçtikçe daha fazla eklemlenen üniversitelerin emekçilerinin karşı karşıya kaldığı durum ise yine güvencesizlik ve düşük ücretler oluyor. Çünkü taşeronlaştırma ile emek sömürüsünü artırarak ticarethaneye çevirdikleri üniversitenin kârlılığını arttırmaya çalışıyorlar. Rektörlerin dillendirdiği “mali kalkınma” üniversite emekçisine hiçbir şekilde yansımadığı gibi emekçilerin var olan problemlerini daha da derinleştiriyor.

Piyasa ile üniversitelerin bu denli içi içe geçirilmesinin tek bir anlamı vardır: Bilimin nakit cinsinden değerlendirilmesi. Bu anlayışla bilim, ne özgürce ne de halk için üretilebilir. Biz Devrimci İşçi Partili öğrenciler olarak hangi koşullarda olursak olalım ne baskılara boyun eğeceğiz ne de üniversitelerde piyasanın hâkimiyetini kabulleneceğiz. Aksine baskısız, özgür, piyasadan bağımsız, emekçi halk için bilim üreten, emekçisine hak ettiğini veren, öğrencisini ucuz işgücü olarak pazarlayan değil teoriyle üretimi politeknik eğitimle birleştiren parasız üniversiteler için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2016 tarihli 85. sayısında yayınlanmıştır.