Ne Avrupa’ya ne Amerika’ya, memlekette mücadeleye!

Son günlerde gençlik, her zaman olduğundan daha da sık, başka ülkelerde yeni bir yaşam kurmak gayesiyle yüzünü Batı’ya çeviriyor. Genelde revaçta olan ülkeler “özgürlüğün ve demokrasinin kaleleri” başlığıyla bizlere kurtuluş yolu olarak pazarlanan Amerika ve Avrupa kıtasının emperyalist devleri. Sosyal medyada yazılan bazı şeylere inanacak olursak; bu ülkeler daha demokratik ve sempatik politik liderlere, mükemmel fırsatlar ile dolu bir eğitim sistemine, her türlü muhalefete karşı hoşgörülü hükümetlere, işçiler için cennet gibi bir çalışma hayatına, eşcinsellerin, kadınların ve etnik azınlıkların haklarını gözeten bir hukuka sahip.

Batı hayranlığı kurtuluş getirmez

Emperyalist ülkelere dair bu kadar tatlı rüyalar görenleri uyandırmak istemezdik ancak bu anlatılanların çoğunun gerçek ile uzaktan yakından alakası yok. Batı’ya olan bu hayranlık, Türkiye’de giderek yükselen baskı rejiminin pençesi altında yaşamaya alternatif olarak, çabalamadan, mücadele etmeden, bir uçak bileti ile ulaşılabilecek rahat bir yaşam düşlemenin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Ancak özgürlüğün ve uygarlığın beşiği değil, emperyalizmin kaleleri olan bu ülkeler, ne bizler için bir alternatiftir ne de bizlere gerçek bir kurtuluş sunabilir.

İyi ne varsa mücadeleyle kazanıldı

İşçi sınıfının siyaset sahnesine bir devrimle çıktığı, emperyalist barbarlığın dünyayı sürüklemiş olduğu karanlığın içinde alev alev yanan bir meşale gibi yükseldiği 1917 yılından itibaren, dünyada gerçek bir işçi devletinin varlığı emperyalist ülkeleri işçi sınıfına bazı tavizler vermeye zorladı, bu doğru. Ancak bu gerçeği olduğundan fazla abartmak ve bu ülkelerde halkın mükemmel bir yaşam sürdüğü izlenimi oluşturmak veya bu ülkelerde işçi sınıfının demokratik haklara ve kazanımlara mücadele etmeden ulaştığını söylemek kesinlikle yanlış olur.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulma

Üstelik 2008 yılından bu yana dünyayı saran ekonomik krizle birlikte bahsi geçen ülkeler de dâhil olmak üzere tüm dünyada gericiliğin ve faşizmin dinamikleri yükseliyor. Amerika’da başta Müslümanlara, göçmenlere ve kadınlara yönelik düşmanca söylemleriyle tepki çeken, serseri mayın faşisti Trump 20 Ocak’ta başkanlığı devraldı. Avrupa’da Fransa’da Le Pen’in partisi, Yunanistan’da Altın Şafak gibi gerici, faşist ve ön faşist partiler giderek yükseliyor. Kısacası gençlik “Aman Türkiye’deki baskıdan kaçayım, kendimi Avrupa’ya, Amerika’ya atayım!” derken kendini yine bir felaketin ortasında bulma tehlikesiyle karşı karşıya! Ayrıca çareyi bir an önce Avrupa ülkelerine veya Amerika’ya kaçmakta görenler, bu anlattıklarımızdan sonra gelecekte bir oturma izni almanın kolay olacağını mı zannediyorlar? Daha kısa bir süre önce 7 ülkenin vatandaşlarına ABD’ye giriş yasağı getirildi. Bunun yanı sıra Meksika ile sınırına neredeyse Çin Seddi ile yarışabilecek bir duvar örmeyi planlayan Trump, Türkiye’den kaçanları ülkesine kolayca alır mı?

Peki, ABD liderliğindeki emperyalizm Rusya ve Çin’i dört bir yandan kuşatmak ve tamamen yalıtmak amacıyla saldırgan politikalar güderken ve insanlığı üçüncü kez bir dünya savaşının eşiğine getirmişken bütün bu hayaller gerçekçi duruyor mu?

Umut mücadele edenlerde

Niyetimiz kimseyi korkutmak ya da umutsuzluğa sürüklemek değil. Kaldı ki umutsuzluğa kapılmak, mücadeleden vazgeçmek için sebep de yok! Daha geçtiğimiz günlerde ABD’nin farklı eyaletlerinde, farklı şehirlerinde milyonlarca kadın, erkek, çocuk, yaşlı sokakları doldurdu ve başkanlık koltuğuna daha yeni kavuşmuş Trump’a karşı seslerini yükseltti. Yalnızca aylar önce Fransa’da sokakları, meydanları zapt eden, genel grev ile Avrupa burjuvazisine yıllardır yaşamadığı korkuyu yeniden tattıran işçi sınıfını unuttunuz mu? Amerika’da, Avrupa’da umut verici bir şeyler varsa, budur işte! İşçi sınıfıdır, boyun eğmeyen kadınlardır, mücadeleci gençliktir, devrimcilerdir!

Bizlerin üzerinde doğduğumuz toprakları hor görmemiz için hiçbir sebep yok, aksine bu toprakların göğsümüzü kabartacak bir mücadele geçmişi var. Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı başkaldırısı, Filistin halkının intifadası, Kürt halkının mücadelesi, Türkiye’nin Gezi isyanı, 15-16 Haziran’ı, Tekel’i, metal grevleri niceleri var! Türkiye’de 2017 yılı daha ilk ayından rengini belli etti. 20 Ocak’ta 2 bin 200 metal işçisi grev yasağına karşı durdu, Senkromeç fabrikasında patronun işten atmasına karşılık direniş patlak verdi… Sınıf mücadelesi yavaş ama sağlam bir şekilde yükseliyor ve bizler biliyoruz ki, işçi sınıfı hem kendi içinde, hem de toplumun diğer ezilen kesimleriyle birlik olduğu zaman istibdad rejimini yıkacak güce sahip! Kurtuluş yolumuz, tek gerçekçi alternatifimiz ise bugün gericiliğin merkezi olan emperyalist ülkelerde mücadele edenlerle ortaklaşmaktan geçiyor, gidip oralara yerleşmekten değil!

Emperyalizmi ve istibdadı yeneceğiz!

Kimse en ufak şüphe duymasın ki, ücretli kölelik sistemi, ayrımcılık, erkek egemenlik, derinleşen krizin etkileri özgürlüğe kısa yoldan kavuşma umuduyla Amerika’ya veya Avrupa’ya yerleşen gençliğin peşini bırakmayacaktır. Bu herhangi bir ülkenin bir diğerinden daha iyi veya kötü olmasından değil, kapitalist sistemin doğasından kaynaklanmaktadır. Çözüm bireyin ülke değiştirmesi değil, gençliğin aktif bir rol üstlenerek, safını bilip işçi sınıfın yanında yer alarak istibdad rejimine karşı, kapitalizme karşı, emperyalizme karşı mücadele etmesidir. 

Abdülhamid istibdadı dönemi yaşamış Tevfik Fikret, büyük ümitler beslediği gençliğe şöyle seslendi:

“Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; 

Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!”

Memleketin gidişatından endişe duyan gençliğe çağrımızdır: Bizler de günümüz istibdadına karşı atılalım, elimizi taşın altına koyalım! Gün ne kaçacak yer arama, ne umutsuzluğa kapılma günüdür! Gün istibdada ve emperyalizme karşı işçi sınıfının saflarında mücadele etme günüdür! 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2017 tarihli 88. sayısında yayınlanmıştır.