Eğitimin piyasalaşmasına karşı eşit, ücretsiz ve nitelikli bir eğitim için mücadele edelim!

Erdoğan üç sene önce katıldığı Balıkesir Ekonomi Ödülleri 2015 töreninde “bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir” demişti. 24 Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan, anonim şirket gibi yönetme mantığı ile patronlardan seçtiği bakanlarla yeni kabinesini kurdu. Kabinenin sınıfsal niteliğini göz önünde bulundurduğumuzda önümüzdeki dönemde eğitimden sağlığa, sanayiden tarıma her alanda patronların çıkarlarının korunacağı ve emekçilere yönelik saldırıların artacağı açıktır. Emekçi çocukları da bu saldırılardan etkilenecektir. Eğitim ve öğretimin tüm kademelerinde ticarileşme süreci hızlanacak ve piyasacı eğitim sistemini yaygınlaştırma çabaları artacaktır.

Emekçi çocuklarının geleceği patron bakana teslim

İktidarı boyunca eğitimi yap-boz tahtasına dönüştüren AKP'nin bu alandaki tek tutarlı politikası özelleştirme oldu. Bu politika karşılığını yeni kabinede buldu. Erdoğan emekçi çocuklarının geleceğini belirleyen Milli Eğitim Bakanlığı'nın başına Özel Maya Okulları'nın sahibi Ziya Selçuk'u getirdi. Bu demek oluyor ki eğitimde özelleştirme hızla devam edecek, milli eğitimin ihtiyaçları ve eğitim politikaları özel okullara göre belirlenecek. Devlet okullarının giderek niteliksizleştirilmesiyle yoksul emekçi çocukları nitelikli eğitimden yoksun bırakılacak. Durumu görece daha iyi olan emekçi aileler ise okul türlerinin piyasanın ve iktidarın siyasi ihtiyaçlarına göre belirlendiği bir ortamda, LGS (Liseye Geçiş Sistemi) gibi sistem sıkıntılarının da zorlamasıyla kârın ön planda olduğu özel liselere yönlendirilecek.

Üniversiteler piyasaya teslim

Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) aracılığıyla yıllar içinde üniversiteleri şekillendiren patronlar üniversitelerin akademik ve bilimsel niteliğini yok ederek, bu kademede de eğitimin içini boşalttı ve niteliksiz hale getirdi. Felsefe, edebiyat, arkeoloji gibi bölümler patronlara kâr getirmediği için ya destek alamıyor ya da doğrudan kapatılıyor. Halkın ihtiyaçları doğrultusunda bilimsel bir çalışma yapılamıyor, toplumsal sorunlara çözüm üretme gayreti içindeki öğrenciler ve akademisyenler ise üniversite yönetimlerinin soruşturmalarıyla karşı karşıya kalıyor.

Bu eğitim sisteminde üniversitelere biçilen rol sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak, bilimsel bilgiyi patronların hizmetine sunmak ve egemen sınıfın ideolojisini yeniden üretmek. Üniversitelerimiz birer meslek okuluna dönüşmüş durumda. Sanayi-üniversite işbirliği adı altında kurulan teknoparklarda öğrenciler asgari ücretin altında çalıştırılıyor. Eğitim faaliyetinin bir parçası olan staj dönemi patronlar açısından ucuz iş gücü potansiyeli olarak görülüyor.

Üniversitelerde kontenjan sayısı artıyor fakat yurt, yemekhane, laboratuvar sayısı artmıyor. Üniversiteler sadece kağıt üzerinde ücretsiz. Barınma, yemek, ulaşım, eğitim masraflarımızı karşılamak için çoğu zaman güvencesiz çalışmak zorunda kalıyoruz. Sayıları her geçen yıl hızla artan özel üniversitelerin sahibi patronlar da her tercih dönemi avuçlarını kaşıyor. Nitelikli eğitimden yoksun kalmış emekçi çocukları, koşullarını zorlayarak, meslek edinebilmek için zorunlu olarak niteliği düşük de olsa bu üniversitelere yöneliyor. Zengin ailelerin çocukarı ise zaten en iyi özel okullarda, gerekirse yurt dışında istediği bölümü en iyi imkanlarla okuyabiliyor.

Eşit, ücretsiz ve nitelikli bir eğitim için mücadeleye

Parası olanın eğitim olanaklarında faydalanabildiği piyasacı eğitim sistemi var olduğu sürece eşit, ücretsiz ve nitelikli bir eğitim mümkün olmayacak. Eğitimin bir kamu hizmeti olarak tüm öğrenciler için nitelikli ve parasız olması talebiyle, özel eğitim kurumlarının tamamını kamulaştırıncaya kadar mücadele edelim. Bilimi sermayenin zincirlerinden kurtarmak, eğitim ve öğretimin tüm kademelerini halkın ihtiyaçları doğrultusunda inşa etmek için örgütlenelim. İstibdadın, bir avuç kapitalistin ve YÖK'ün eğitim hakkımızı gasp etmesine izin vermeyelim.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2018 tarihli 107. sayısında yayınlanmıştır.