Boğaziçi Üniversitesi'nin geleceği mücadele ile belirlenecek

29 Ekim günü çıkan yeni KHK’lar ile üniversitelere yönelik ciddi saldırılar gerçekleşti. Bunlardan birincisi 2008’de AKP ile Cemaat’in el ele üniversitelerde kadrolaşması için yürütülen 50/d operasyonuna karşı en ön saflarda mücadele eden akademisyenlerin, cemaate karşı çıkarıldığı söylenen KHK ile ihraç edilmesiydi. İkincisi ise zaten bir geçerliliği olmayan rektörlük seçimlerinin kaldırılıp, yerine rektörlerin cumhurbaşkanlığınca atandığı bir sistem getirmek oldu. KHK’lar ile işlerinden ihraç edilen akademisyenler bu saldırıya mücadele ile karşılık vereceklerini net bir biçimde ortaya koydular. 3 Kasım günü İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde, ana kapının önüne gerçekleştirilen basın açıklamasına yüzlerce işçi, öğrenci ve akademisyen katıldı. Mücadelenin açıklamayla kalmayacağı, mutlaka büyüyerek devam etmesinin gerekliliği ortaya konuldu. İhraç edilen akademisyenler adına konuşan yoldaşımız Levent Dölek’in “ Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!” sloganı, ihraç edilen diğer hocaların kararlı duruşu, akademisyenlerin tavrını özetler nitelikteydi.

12 Temmuz’da yapılan rektörlük seçimlerinde, hâlihazırda rektörlük görevini sürdüren Gülay Barbarosoğlu oyların %86’sını almıştı. Ancak çıkan KHK’lar ile birlikte Barbarosoğlu atanmadı, yerine AKP Eskişehir milletvekilinin kardeşi Mehmed Özkan atandı. Bu durum Boğaziçililerde büyük bir tepki yaratmış durumda. Ortada büyük bir sorun var, ancak çözüm yolunu bulmak için sorunu doğru tespit etmek gerekir.

İlk olarak, sorun bir seçilmişlik seçilmemişlik sorunu değildir. Öğrencisi, akademisyeni ve idari personeliyle yaklaşık 18 bin kişilik bir kurumun rektörünün, sadece öğretim üyeleri tarafından verilmiş 403 oyla belirlenmesinin temsil niteliği zaten eksiktir. Üniversitenin iradesini öğretim üyelerinin seçtiği kişi göstermez. Bir rektör adayının üniversite bileşenlerinin iradesini temsil edip etmediği ancak o adayın programıyla değerlendirilebilir. Örneğin 2015’te İstanbul Üniversitesi’nde 300 oy farkla rektörlük seçimlerini kazanan ancak atanmayan Raşit Tükel, çok fazla oy aldığı için değil, “ben sendikalarla, akademisyenlerle, öğrencilerle birlikte yöneteceğim, 50d ile asistan istihdam etmeyeceğim, taşeron çalışmayı kaldıracağım” dediği için üniversite bileşenlerinin iradesidir. Boğaziçi Üniversitesinde Gülay Barbarosoğlu için ise aynı durum söz konusu değildir. Öyle ki Barbarosoğlu hem Raşit Tükel’in hem de “biz halkın parasıyla okuduk, bu halka karşı sorumluluğumuz var” diyen akademisyenlerin aksine, çıkan kararın ardından hemen geri çekildi. Hatta üniversiteyi AKP’ye teslim etmemek için mücadele bayrağı açan öğrencilere eylemleri bitirmelerini salık verdi. Yani sorun sadece üniversiteye kayyım atanması değil, aynı zamanda bileşenleri teslim olmuyoruz diyen üniversitenin seçtiği rektörün teslimiyet bayrağını çekivermesidir.

Çözüm tepeden anlaşmalarda değil, OHAL’e karşı topyekûn mücadelede!

Mehmed Özkan’ın atanmasından hemen önce, Barbarosoğlu’nun siyasal İslamcı yapıları içerisinde barındıran BURA isimli Boğaziçi mezunları derneğinin genel kurulunda Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ile bir araya gelmesi, akıllara pazarlık şüphesini düşürüyor. Pazarlık şüphesi Gülay Barbarosoğlu’nun geçmişi ve çevresi incelendiğinde ise gayet makul duruyor. Çünkü Erdoğan bir istibdat rejimi kurmak için her yere olduğu gibi üniversitelere saldırırken OHAL’e karşı dimdik durabilmek düzen ile tüm bağları koparabilmeyi gerektirirdi. Barbarosoğlu piyasacıydı, piyasa düzenini savunuyordu. Düzeni karşısına alamazdı dolayısıyla teslimiyet bayrağını sessizce göndere çekti. Fakat teslim olmuyoruz, mücadele ediyoruz diyen Boğaziçi Üniversiteliler için hiçbir şey bitmiş değil. Üniversiteliler mücadelelerini Boğaziçi Üniversitesinin geleneğine yaslanarak değil, biraz da onu karşısına alarak devam ettirebilmelidir. Çünkü bu mücadele piyasacılığı karşısına alıp ve emekçilerle bir olup OHAL’in üzerine yürüdüğü vakit ancak başarıyla sonuçlanabilir.