Karga kahvaltısını yapmadan mesai!

Enerji Bakanı ortaya erken mesai diye bir fikir attı. Doğrusu gerçeği görmek lazım! Bunlar şaka değil burjuvazinin has planları! Bunlar plan olarak tozlu raflarda da, doymak bilmez patronların çirkin rüyalarında da kalabilir, AKP’nin yeni döneminde vahşice uygulamaya da konulabilir. Her şey emekçilerin planlarına ve mücadelesine bağlı, onların örgütleri olan sendikaların ve onlardan yana siyasi parti ve örgütlerin direnişine bağlı!

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın çalışma saatlerine ilişkin trajikomik müjdesi gündeme bomba gibi düştü. Bakan bey, “Gün ışığından daha fazla yararlanmak ve verimliliği artırmak için” mesaiyi saat 6.00-7.00 civarında başlatmak ve cumartesi günlerini de çalışma günlerine dahil etmek için çalışma yaptıklarını açıkladı. Taner Yıldız'a göre esnafın yaptığını ücretlilerin de yapmaması için bir sebep yok. Ve bu yolla yılda üç milyar kilovat saat elektrik tasarruf edilebilir.

Yıldız bu uygulamayla kimsenin uykusuz kalmayacağını sadece daha erken uyanılacağını(!) söylüyor. Üstelik kültürümüzde olan erken uyanarak çalışmanın tekrar hayata geçirilmesi gerekiyor(muş). Açıklamasında "Eğer 5 buçuk, 6'da gün ışıyorsa ve daha sonra mesaiye başlanabiliyorsa enerji sektörü olarak, bundan enerji verimliliği olarak daha fazla yararlanacağız demektir" diyor. Yıldız, cumartesi çalışma uygulamasının 1970'lerde olduğunu, bunun kaldırılmasıyla Türkiye'nin hak etmediği(!) bir refah seviyesini peşinen satın aldığını ilave ediyor.

Her ne kadar Çalışma Bakanı böyle bir çalışmanın olmadığını söylese de eski bakanlardan genç işadamlarına sermaye cephesinden çeşitli yorumlar gelmeye devam ediyor. Bu fikir, sadece enerji bakanının parlak zekâsının bir ürünü olsaydı, büyük ihtimalle mesele bu kadar uzamaz, yalanlanır ve konu kapatılırdı. Ama eğer amaç, işçi sınıfının nabzını yoklamak, emekçi halkın kulağına su kaçırmaksa o zaman bu mesele yeniden yeniden ısıtılarak önümüze gelecektir. Ve bu tür bir sınıf saldırısına girişildiği zaman, bu, yalnızca kamu emekçilerini değil, bir bütün olarak işçi sınıfını etkileyecek bir saldırı olacaktır.

İşçi sınıfı dişiyle tırnağıyla kazandı

İşçi sınıfının mücadele tarihinde çalışma saatlerinin kısaltılması çok önemli yer tutmuştur. 19. yüzyılda kapitalist ülkelerde çalışma saatleri günde 16 saati buluyor, emekçilerin, özellikle de geceleri boğaz tokluğuna çalıştırılan çocukların vücutları harap oluyordu. Bu dehşet tablosuna karşı savaşta Fransız işçileri 1848’de Paris’te on saat diğer şehirlerde 11 saatlik iş günü için verdikleri mücadeleyi kazandılar. İngiltere’deki, genel oy hakkını savunan Çartist hareketin taleplerinin başında da 10 saatlik iş günü geliyordu. Buna ilişkin yasayı da parlamentodan geçirmeyi başardılar. Fakat 1848 devriminin yenilgisinden sonra burjuvazi bu kazanımları emekçilerin elinden almakta gecikmedi. Bu alandaki mücadele zamanla daha siyasi bir içerik kazanarak dünyaya yayıldı. 1866’da Baltimore’da toplanan Ulusal Çalışma Birliği Kongresi’nde işçiler sekiz saatlik iş gününün kabul ettirilmesinin bir zorunluluk olduğuna karar verdi. Aynı sene I. Enternasyonal’in Kongresi de bu karara iştirak ediyordu. 1 Mayıs 1886’da ise bir genel grevle eylemler tepe noktasına ulaşacaktı. Aynı zamanda 1 Mayıs gösterilerinin temeli de atılmış oluyordu. Bu onurlu mücadele tarihinin sonucunda çalışma saat ve günleri konusunda işçi sınıfı bugünkü kazanımlarını burjuvazinin her türlü hukuksuzluğuna karşı elde etmiş oldu.

Türkiye’deki durum

Türkiye’de ise durum DİSK raporlarına göre özellikle fiili çalışma süresi bakımından sürekli artış gösteriyor. İş Yasası’nda haftalık çalışma süresi 45 saat olarak düzenlenmiş durumda. Bir yılda yapılacak fazla çalışmaların süresi ise 270 saatle sınırlandırılıyor. Bu durum dahi işçi sınıfının önünde aşılması gereken bir mücadeleyi gerektirdiği halde fiiliyatta bu yasal çalışma sürelerinin kat be kat fazlası çalışma yaptırılıyor. Ayrıca ücretler alım gücü itibarıyla sürekli düşük olduğundan işçiler açısından fazla mesai yapmak mecburi hale geliyor. Bu sebeple çalışma sürelerinin sınırlandırılması mücadelesini ücretlerin insanca yaşanabilecek düzeye çıkarılması talebinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ayrıca esnek çalışma düzenini yasalaştıran 4857 sayılı İş Kanunu’nda öngörülen denkleştirme ilkesi, telafi çalışması gibi düzenlemelerle fiilen ve hukuken fazla mesai ücretlerinin önüne bir set daha çekilmiştir.

İş Yasası’na tâbi işçilere nazaran görece iş güvencesine sahip kamu emekçileri de uzun süredir neoliberal saldırı altındadır. Bu saldırılar artık iş güvencesinin tümüyle ortadan kaldırılmasını dayatmaktadır. Yürürlükteki 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre haftalık çalışma süresi 40 saattir ve cumartesi pazar günleri tatil olarak düzenlenmiştir. Kurumlar gerektiği takdirde personelini günlük çalışma saatleri dışında fazla çalışma ücreti verilmeksizin çalıştırabilmekte, bu durumda personele yaptırılacak fazla çalışmanın her sekiz saati için bir gün hesabıyla izin verilmekte, bu suretle verilecek iznin en çok on günlük kısmı yıllık izinle birleştirilerek yıl içinde kullandırılabilmektedir.

Çalışma sürelerinde yapılmak istenen yeni düzenlemeler tam da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Çünkü esnek çalıştırma ve çalışma sürelerine dair hak gaspı sermayenin cebini biraz daha rahatlatmakta ve krize karşı daha dayanıklı hale getirmektedir. Kuşkusuz emekçilerin daha fazla sömürülmesi yolu ile. Tüm bu saldırılar karşısında işçi sınıfı ve tüm emekçilerin ortak bir mücadele hattında birleşmesi hayati önem taşıyor. Tüm emekçiler neoliberal taarruza karşı aynı cephede taraf olduklarında ise zafer kaçınılmaz olacaktır.

 

 Devrimci İşçi Partisi diyor ki:

 * Çalışma süreleri ücretlerde düşüş ve çalışma temposunda artış olmadan kısaltılsın!

 * Altı saat, dört vardiya! Vardiya sayısının arttırılması yoluyla varolan işler paylaştırılsın, tüm işçilere çalışma olanağı sağlansın!

 * İşçinin iradesine aykırı zorunlu fazla mesai yasaklansın!

 * Ücreti ödenmemiş fazla mesai angaryadır, yasaklanmalıdır!

 * Yasal çalışma süresinin yıllık temelde hesaplanmasına son!

 

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.