İşçinin ekonomisi

Cumhurbaşkanı halkın değil sermayenin muhatabı

Yeni sisteme başından beri Cumhurpatronluğu sistemi dedik. Tek adama verilen yetkilerin sermayenin çıkarı için kullanılacağını söyledik. Tayyip Erdoğan da aslında bunu inkar etmiyor “ben Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yöneteceğim” diyordu. Seçildikten sonra da dediğini yapıyor. Son olarak yabancı yatırımcılara seslendi ve şöyle dedi: “Türkiye'ye bugün yatırım yapanlar, yarın en çok kârlı çıkanlar olacaktır. Büyük yatırımcıların muhatabı artık doğrudan Cumhurbaşkanlığı olacaktır.”

İşsizin, yoksulun, borçlunun, şu ya da bu yüzden mağdur olmuş olan sade vatandaşın Cumhurbaşkanı ile bırakın muhatap olmayı onun bir kilometre yanına yaklaşması bile mümkün değil. Ama Erdoğan, emperyalist para babalarına “muhatabınız benim, doğrudan bana gelin” diyor. Erdoğan işçiye iş garantisi vermiyor tam tersine patronlara istediğinizi kapının önüne koyun diyor. Ama patronlara kâr garantisi veriyor. Birçoğu kendisine de oy vermiş olan işçilere alınterinizin karşılığını alacaksınız demiyor. Ama para babalarına en çok kârlı çıkan siz olacaksınız diyor. Yaptıkları yapacaklarının teminatı. Emperyalist tekellerin kârlarını korumak için grevleri yasaklayan ve bununla övünen kendisi.   

Bizim muhatabımız her daim işçi sınıfıdır ve biz işçi ve emekçilere şöyle diyoruz: Direnmeyen dilenir. Patronlardan ve onların siyasetinden medet umma. Bugün örgütlenen ve mücadele eden yarının kazananı olacaktır!

Dolar, borsa ve ekmek!

Dışa bağımlı piyasa ekonomisi en ufak bir siyasi gelişmede sarsılıyor. Çünkü ekonominin çarklarının dönmesi için dışarıdan dolar bulmak zorundayız. 12 ayda çevrilmesi gereken dış borç tutarı 181 milyar, cari açık ise son açıklanan rakamlara göre 57,1 milyar dolar. Hal böyle olunca Amerika hapşırsa Türkiye’de yağmur yağıyor. Yabancı finans kuruluşları not düşürdüğünde piyasalar allak bullak oluveriyor. Türkiye’nin dışarıdan para bulamaması olasılığı belirince doların ateşi çıkıyor, borsa fenalık geçiriyor.

Yüksek ateşe ve fenalığa neden olan hastalığın adı kapitalizmdir. Doğrudur emekçi halkın ne bankada dövizi ne de elinde hisse senedi var. Ama bu gelişmeler enflasyon canavarının hortlamasına neden oluyor. Resmi rakamlara göre enflasyon yüzde 15’i geçti ve hayat pahalılığı milyonların hayatını doğrudan etkiliyor. Haziran ayında patates ve soğan adeta el yakıyordu. Temmuz ayı bitmeden yangın ekmeğe sıçradı. Fırıncılar Federasyonu un fiyatlarındaki artışı gerekçe göstererek ekmeğin yüzde 15 zamlanması gerektiğini söyledi. Daha sonra Ticaret Bakanlığı fırıncılar odasının zam yetkisi yok diyerek zam iddialarını yalanlasa da pek çok fırın ekmeği 1,5 liradan satmaya başladı bile.

Son yıllarda ekmeğe zam yapılmadığı söyleniyorsa da bu doğru değil. Çünkü kademeli olarak ekmeğin gramajı düşürülerek gizli zam yapılmıştı. Önümüzdeki dönemde de tartışmalara rağmen ekmeğe zam yapılacağı görülüyor. Bu süreçte Devlet Bahçeli’nin gündeme getirdiği “askıda ekmek projesi” ise kapitalistleri ve iktidarı aklamak için MHP’nin en yeni icadı. Bahçeli, zengin vatandaşların fazladan ekmek alıp askıya koymalarını, fakir vatandaşların ise askıdaki ekmekleri ücretsiz almalarını öneriyor. İşçiyi emekçiyi sömürüp yoksulluğa mahkum eden zenginler için suçlarını aklamak, vicdanlarını rahatlatmak için ne kadar da ucuz bir yöntem!

Herkese iş, işçiye yoksulluk sınırının üstünde bir ücret sağlamak neden akıllarına gelmiyor? Ama bunun için patronların ve tefecilerin kuyruğuna basmaları gerekir. Siyasi iktidarın patron yanlısı politikalarını eleştirmeleri gerekir. İman ettikleri piyasa düzeninin dışına çıkmaları gerekir. Öyle ya onlar için “herkese iş, herkese aş” diyenler komünisttir! Merkez Bankası faiz arttırmadı diye dolar fırladı, borsa çöktü, bir de kamulaştırmalar başlasa, asgari ücret yoksulluk sınırına yükseltilse halimiz nice olur?

Onlar dolar ve borsa için ekmeği askıya alıyor. Biz sosyalistler/komünistler ekmek için doları ve borsayı askıya alalım diyoruz!       

Kapitalizmin borç batağı

Türkiye borca batırılmış durumda. 2018 yılının ilk çeyreği itibariyle Türkiye’nin borcu Milli Gelir’in bir buçuk katına ulaşmış durumda.

Özel sektör borç batağında

Milli gelirin yüzde 63,3’ü dış borçtan oluşuyor. Dış borcun yüzde 51,8’lik kısmını yarı yarıya reel sektör ve bankalar paylaşıyor. Özel sektörün toplam dış borcu 278 milyar dolara ulaşmış durumda. Döviz kurundaki artışlar bu borcun Türk Lirası cinsinden giderek şişmesinde neden oluyor. Şirketler borçlarını ödeyemediği için bankalara başvurup yeniden yapılandırma istiyor. Bu yola giden ilk büyük şirket Ülker olmuştu. Ardından başka firmalarla birlikte Doğuş Holding de benzer bir yapılandırma istedi. Ancak bu isteklerin ardı arkasının kesilmeyeceğini öngören bankalar ayak diremeye başladı. Doğuş ve birçok başka şirket hâlâ borçlarını yeniden yapılandırabilmiş değil.

Halk borç batağında

Sadece şirketler değil halk da borç batağında. Hane halkının borçlarının milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 1,8 iken bugün yüzde 16,2 seviyesine geldi. BBDK’nın verilerine göre bireysel kredi kartı borçları toplam 94 milyar liraya (42,5 taksitli ve 51,5 taksitsiz) ulaşmış durumda. Takipteki yani ödenmeyen kredi kartı borçları 5 milyar 844 milyon lira. Halkın evdeki çarkı borcu borçla kapatarak döndürdüğü biliniyor. Bunun için bankalardan alınan ihtiyaç kredileri de ödenemez hale düşüyor ve halk borç batağına iyice batıyor.  İhtiyaç kredileri 211 milyar lira ile tüketici kredileri arasında birinci sırada ve bu kredilerin 10 milyar 114 milyon liralık kısmı takibe düşmüş durumda. Kredi borçlarını ödeyemeyen kişi sayısı ise 3 milyon 100 bin!

Bu borç bir yerden çıkacak!

İçinde bulunduğumuz borç batağı tablosunda karşı karşıya gelenler alacaklılarla borçlular değil. Bu tablonun bir tarafında sermaye diğer tarafında emekçi halk var. Yani sermaye sınıfının saflarında borç veren finansal kuruluşlarla borçlu reel sektör sermayesi bir araya geliyor. Çünkü üretim yapan sermaye kâr etmek, bankalar da bu kârların içinden borçlarını tahsil etmek istiyor. Bunun yolu da işçi sınıfını sömürmekten geçiyor. İşçi sınıfının ise emek gücünden satacak bir şeyi, sömürecek kimsesi yok.

Bu koşullar altında sermayenin tüm fraksiyonları “yapısal reformlar” diye bastırıyor. İstedikleri kıdem tazminatının kaldırılması ile işten çıkartmaların maliyetini azaltmak, esnek çalışma biçimleri ile ücretleri aşağı çekip sömürüyü ve kârlarını arttırmak.  Özetle borcunu işçinin sırtından ödemek!

Devlet de bu işte sermayenin yanında. Varlık Fonu ile kamu kaynaklarını sermayeyi kurtarmak için yağmalıyor, kredi garanti fonlarıyla bankalara güvence sağlıyor ama borç batağı içindeki emekçinin arkasında kimse yok! İşçi sınıfı hem kendi hem de memleketin kaderini eline almadan bu bataktan çıkış yolu bulunmuyor. 

Devrimci İşçi Partisi ne savunuyor?

Emperyalist tefecilere tek kuruş yok! Dış borç reddedilsin!

Geleceğimizi çalan modern tefeci bankalara borcumuz yok! Halkın temel ihtiyaçlar için (gıda, barınma, ulaşım, eğitim, sağlık) harcanmış olan kredi ve kredi kartı borçları silinsin!

Tüm bankalar işçi denetiminde kamulaştırılsın! Tek devlet bankası!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2018 tarihli 107. sayısında yayınlanmıştır.