Ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi: Avrupa’da sıcak sonbahara doğru

Dünyada, özellikle de Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz konusunda yaz aylarında fazla bir şey  duyulmadıysa, bunun nedeni krizin atlatılmış olması falan değil. Tam tersine, krizin Eylül ayından itibaren çok daha sertleşeceğine dair göstergeler ufukta birikiyor. Avrupa’nın krizi Akdeniz bölgesinde. Akdeniz ise yazın öğle uykusuna çekilmiş durumda, hepsi bu. Ama sonbaharda uykudan uyanış pek sarsıcı olacağa benzer.

 

Avrupa ekonomisi son dönemde zaten ciddi bir durgunluğun pençesine düşmüş durumda. Yılın ikinci üç ayı için açıklanan rakamlar, avro bölgesinde ekonomik büyümenin durmuş olduğunu gösteriyor. En büyük ekonomilere bakıldığında, son yılların güçlü ekonomisi Almanya bile sadece yüzde 0,3 büyümüş. Fransa yerinde sayıyor. İspanya yüzde 0,3 küçülmüş, İtalya ise yüzde 0,7. Avrupa’nın beş büyüğünden avro bölgesinin dışındaki Britanya ise daha da kötü durumda. Son üç aylık rakamları yüzde 2,8 küçülme gösteriyor. Tabii, işsizlik de buna uygun seyrediyor. Britanya’da yüzde 8, avro bölgesinde ortalama yüzde 11,2. İspanya’da ise inanılmaz bir düzeye ulaşmış durumda: yüzde 25! Her dört işçiden biri işsiz! 18-30 yaş arasında bu oran yüzde 54!

Ama bu sadece buzdağının tepesi. Esas sorun kamu borcunun çevrilmesinde ve banka sisteminin ayakta tutulmasında. Yaz başında Avrupa Birliği İspanya’ya bankalarının kurtarılması için 100 milyar avro kredi açtı. Ama İspanya öylesine sefil bir durumda ki, bu 100 milyar avronun heyecanı bitmeden 10 yıllık hazine tahvillerinde faiz yüzde 8’e yükseldi. (10 yıllık tahvillerde yüzde 7 bile bu dönemde ekonominin, kurtarma paketine ihtiyacı olduğunun şaşmaz işareti kabul ediliyor.) İspanya’da hükümet, işçi sınıfına ve emekçilere taarruzda önemli adımlar atıyor olduğu halde sonuç bu oluyor. Ademi merkeziyetçi bir sisteme sahip İspanya’da özerk bölgeler borçlarını ödeyemiyor. Yani, ülke her an yeni bir kurtarma paketi için AB-İMF-Avrupa Merkez Bankası üçlüsünün (ünlü “Troyka”) kapısına düşebilir!

Yunanistan’da iflasa doğru

Ama tabii asıl sorun Yunanistan. Haziran seçimlerinde kemer sıkma paketini ucu ucuna kurtaran AB ve Yunan burjuvazisi, şimdi birbirlerine düşmüş durumda. Troyka,  Yunanistan’ın sözlerini yerine getirmediğini, bu gidişle kredinin kesileceğini söylüyor. Yunan hükümetleri, özel sektörde işçilere saldırılarında epeyce başarı elde etmiş durumda. Ücretler krizin başından bu yana yüzde 22 gerilemiş. İşsizlik yüzde 23’e ulaşmış durumda. Ekonomi 2012’de yüzde 7 oranında daralacak. Bu, ardı ardına dördüncü daralma yılı! Tabii ki AB ve İMF’nin ekonomi politikalarının bir sonucu bu vahim durum.

Ama Yunan burjuvazisi kamu sektöründe gerekli politikaları uygulayamamış durumda. Kamu sektöründe 2015’e kadar (30 bini bu yıl olmak üzere) 150 bin kadro ortadan kaldırılacaktı. Hemen hemen hiçbir şey yapılmamış durumda. 50 milyar avroluk özelleştirme programının 3 milyar avroluk bölümü bu yıl tamamlanacaktı. Bu miktar 300 milyon avroya indirilmiş durumda. Vergi idaresi ve sağlık sistemi yeniden yapılandırılacaktı. Bir şey yapılmamış durumda. Yunan hükümeti, Şubat ayında Troyka’nın Atina ziyaretinde imzalanan İkinci Memorandum’un öngördüğü 300 görevden sadece 100 tanesini yerine getirmiş durumda. Büyük kitle mücadeleleri, Yunan burjuvazisinin planlarının uygulanmasını bir bakıma felç etmiş!

Temmuz sonunda Atina’yı ziyaret eden heyet ve başındaki AB Komisyonu Başkanı Barroso, Yunanistan yeni bir atılım yapmadığı takdirde, sonbaharda verilmesi gereken 31 milyar avroluk kredi diliminin verilmeyeceğini açıkladı. Bu gerçekleşirse, Yunanistan memurların ve emeklilerin maaşlarını ödeyemeyecek. Buradan Yunanistan’ın resmi iflasına ve avrodan çıkmak zorunda kalmasına sadece bir adım kalıyor!

Avro çöküntünün eşiğinde

Yunanistan çıkarsa avrodan kaçış hızlanır. Akdeniz’in öteki ülkelerinin de hızla aynı durumla karşılaşması büyük olasılık haline gelir. Halk bankalara hücum ederek paralarını çekmeye çalışabilir. Avrupa burjuvazisi şimdiden hazırlığını yapmaya başladı. Mesela salt Yunanistan’ın avro sisteminden çıkışının maliyetinin 320 milyar avrodan başlayacağı, ona başka ülkeler katılırsa bu maliyetin trilyonları bulacağı hesaplanıyor. Bu yüzden bir B planından söz edilmeye başlandı. Almanya’nın kendisinin avro sistemini parçalamaya, en azından sorunlu ülkeleri dışlamaya yönelebileceği bile konuşuluyor. Tabii, iflas eden ülkelere dünyanın sekizinci büyük ekonomisi İtalya’nın iflası katılırsa dünya ekonomisi dibi görülmeyen bir düşüşe geçecektir.

Bir de sınıf mücadelesi

Sonbahar ile birlikte Avrupa’nın Akdeniz ülkelerinde, en başta Yunanistan ve İspanya’da, ardından İtalya’da sınıf mücadelelerinin de tatilden dönmesi kimseyi şaşırtmamalı. Bütün bunlar, Avrupa kıtasının önümüzdeki dönemde dev sarsıntılarla karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Türkiye’nin hemen kıyısında yer aldığı ve ekonomik olarak ciddi şekilde bütünleşmiş olduğu Avrupa’nın krizinden derinden etkilenmemesi olanaksız. İşçi hareketi, sıcak bir sonbahara hazırlık yapmalı. Burjuvazi hazırlanıyor. İşçi sınıfının da kriz günleri için yığınak yapması zamanıdır!

Çin bile! 

Dünya ekonomisinin motorunun son yıllarda emperyalist ülkeler değil, “yükselen ekonomiler” olarak bilinen, yeni sanayileşmiş ülkeler olduğu biliniyor. Bunlar arasında bulunan Brezilya ve Hindistan’da ekonomik büyüme son aylarda ciddi yavaşlama belirtileri gösteriyor. Ama en ciddi gelişme, dünyanın büyüme rekortmeni ve ikinci büyük ekonomisi olan Çin’de ortaya çıkıyor. Çin’de büyümenin yavaşlamaya başladığı biliniyordu. Bir yandan, emperyalist ülkelerdeki krizin etkisiyle ihracatın durma noktasına gelmesi (Temmuz’da Çin’in ihracatı sadece yüzde 1 büyümüş durumda), bir yandan da hızlı sermaye birikiminin nefesini yitirmesi, Çin’de ekonomik büyümenin çok daha ciddi bir sarsıntı yaşayacağını düşündürüyor. Büyük şirketlerin satınalma müdürlerinin kararlarıyla belirlenen bir endeks gelecekte yapılacak yatırımların en iyi göstergesidir. Bu endeks 50’nin altında olursa, gelecekte sorun doğar. Çin’de bu endeks, Temmuz’da 49,3 iken Ağustos’ta 47,8’e geriledi. Otomobil sanayii kârlı üretim için yüzde 80 kapasite ile çalışmak zorunda iken, bugünkü kapasite kullanım oranı yüzde 65’e düşmüş durumda. 2013 dünya çapında büyük ekonomik sarsıntıların yılı olacak gibi görünüyor.

 

Türkiye ekonomisi batağa doğru 

AKP hükümetinin sözcüleri, son yıllarda Türkiye’nin Çin’den sonra dünyanın en iyi performansını gösteriyor olduğunu söyleye söyleye bitiremediler. Gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) büyüme oranı son iki yılda yüzde 10 düzeylerine ulaştı. Ama Türkiye ekonomisi 2012’ye gayet sorunlu biçimde girdi. Bir kere, o çok övünülen büyüme oranları çoktan geride kaldı. Bu yılın ilk üç ayında büyüme oranı yüzde 3,2’ye düşmüş durumda. Ama geleceğin işareti olmak bakımından çok daha önemli olan, sanayi üretimindeki büyüme oranında yaşanan gerileme. 2011’in ilk üç ayında yüzde 14,3 oranında büyüyen sanayi üretimi, bu yılın aynı döneminde sadece yüzde 2,6’lık bir tempo tutturabilmiş.  Bütün bunlardan daha çarpıcısı ise sabit sermaye yatırımında görülüyor. Kapitalist ekonominin dinamosu yatırımlardır. Artı-değer (kâr) bu sayede yaratılır, geleceğin büyümesi böyle sağlanır. O yüzden yatırımın gelişmesi bir bakıma belirleyicidir. 2011’de kamu yatırımı yüzde 7,7 büyürken özel yatırımlardaki büyüme oranı yüzde 22 olmuştu. Oysa 2012’nin ilk üç ayında toplam yatırım yüzde 7,3 küçülmüş durumda. Yani, henüz ekonomistlerin istatistiklerinde kriz başlamamış olabilir ama kapitalistler için kriz başlamış durumda! Türkiye ekonomisi daha Avrupa’da bir çöküş olmadan böylesine geriliyor. Bir de Yunanistan, İspanya, hatta İtalya iflas ederse görün siz olacakları!

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2012 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.