DİP Merkez Komitesi bildirisi: Anti-emperyalist olmadan halkların kardeşliği savunulamaz!

Suriye'de, DAİŞ'in elinde tuttuğu Rakka ve Mınbiç'e yönelik askeri operasyonlarda, hâkim gücünü PYD/YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri ile ABD emperyalizminin başını çektiği koalisyon ortak hareket ediyor. Kürt halkının yurt savunması ve özgürlük mücadelesi hiç şüphesiz ki dün de haklıydı bugün de haklıdır. Kürt halkı Ortadoğu'nun en çok zulüm görmüş ve görmekte olan halklarından biridir. Ancak tüm bunlar dünyanın ve tabii ki Ortadoğu'nun en büyük gerici güçleriyle işbirliği yapmayı doğru ve meşru hâle getirir mi? Her samimi devrimci hareket bu sorunun cevabını ikirciksiz biçimde vermek zorundadır.

DAİŞ'in Kobani kuşatması, Kürt halkının kahraman direnişi sayesinde ama aynı zamanda da ABD'nin başını çektiği koalisyonun hava desteğinin eşliğinde kırılmıştı. O dönemde YPG yetkilisi Polat Can, ABD ile işbirliğinin düzeyini anlatmak için koalisyonun operasyon merkezinde temsilcilerinin bulunduğunu belirtiyordu. Kobani'yi DAİŞ çetelerinin katliamından kurtarmak şüphesiz ki son derece önemliydi. Ancak ABD emperyalizminin bir halkın mücadelesine karşılıksız destek verdiği görülmemiştir. Nitekim ABD, askeri desteğinin karşılığında Rojava'daki etkinliğini siyasi ve askeri düzeyde giderek arttırmıştı.

ABD emperyalizminin mevzi kazanmasının halklar açısından olumlu bir sonucu olamaz

Bugün Mınbiç ve Rakka operasyonlarında ABD'nin varlığı artık hava desteği ile sınırlı değildir. ABD özel kuvvetlerine ait askerlerin bölgedeki varlığı artık kimse için sır değil. Bizzat Suriye Demokratik Güçleri sözcülerinden Tackır Kobani sadece Rakka operasyonu için 250 ABD askerinin hava operasyonları ile koordinasyonu sağlamak ve eğitim vermek için Rojava'ya geldiğini açıkladı. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ise Lübnan'ın El-Hayat gazetesine verdiği demeçte ABD'nin bölgede 3 askeri üssünün bulunduğunu açıkladı.

Tablo açıktır. Kuşatılmış bir halkın yurt savunmasını suistimal eden ABD emperyalizmi adım adım bölgeye yerleşmiştir. ABD'nin yerleştiği bölge tarihsel açıdan hiçbir askeri varlığının olmadığı, siyasi etkisinin ise nispeten marjinal düzeyde kaldığı topraklardır. ABD emperyalizminin askeri ve siyasi mevzi kazanmasının bölge ve dünya halkları açısından olumlu sonuçlar getirmesi düşünülemez.

ABD dünyanın barbarlık, katliam ve terörizm merkezidir

Bugün DAİŞ barbarlığı dolayısıyla ABD'ye hayırhah bakılması söz konusu olamaz. ABD'nin Irak işgali bir buçuk milyon insanın katledilmesine yol açtı. Bugün dünya üzerinde Yugoslavya'nın parçalanmasından Afganistan'ın işgaline oradan Libya'ya ve Suriye'ye ABD emperyalizminin ortaya koyduğu barbarlık düzeyiyle yarışabilecek ne bir örgüt ne de bir devlet bulunamaz. Tüm bunların yanında ABD emperyalizminin Suriye'nin mezhep savaşına sürüklenmesinde birinci dereceden sorumlu olduğu, tekfirci mezhepçi çeteleri besleyip semirttiği sır değildir. DAİŞ'in üzerinde serpilip güçlendiği zemini yaratan bizzat ABD emperyalizminin kendisidir. Bugün DAİŞ'i bahane ederek bölgede mevzi üstüne mevzi elde eden İncirlik üssünü aktif şekilde kullanmaya başlayan, Rojava'da üs kuran da yine ABD'dir. ABD, gericiliği ve barbarlığı bölgesel değil küresel boyutta olan nükleer bir emperyalist güçtür. ABD dünyanın barbarlık, katliam ve terörizm merkezidir.

Emperyalist güçlerle işbirliği yapanlar hep ağır bedeller ödedi

Emperyalist güçlerle geçici işbirliklerinden, taktiksel olarak ABD ile yan yana düşmekten hiçbir koşulda zarar gelmeyeceğini düşünmek de tarihin acı deneyimlerinden ders çıkarmamak ve bu yüzden halkların karşılaşacağı yeni felaketlerden sorumlu olmak anlamına gelir. 1981’de ABD ile işbirliği yaparak İran'a saldıran Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in kendisi 1991’de ve 2003’te ülkesini ABD askeri saldırısından ve işgalinden koruyamadı. Afganistan’da 1980’li yıllarda ABD'nin silahları ve ABD özel kuvvetlerinin verdiği eğitim ile Sovyetlere karşı savaşan Taliban da 2001’de aynı akıbetle karşı karşıya geldi. Menderes'in iktidarında ABD emperyalizmine asker olan Türkiye, NATO'ya girdi ve Türkiye halkı tüm bunların karşılığını emperyalizmin daha fazla boyunduruğuna girmekle, 60'lı ve 70'li yıllardaki tüm ilerici hareketlerin CIA destekli faşist çetelerin katliamları ve NATO ordusu TSK'nın darbeleriyle ezilmesiyle ödedi.

ABD Kürt halkına özgürlük değil esaret getirmiştir

Kürt halkı açısından baktığımızda da durum hiç farklı değildir. Mesud Barzani’nin babası Mustafa Barzani, 1970’li yıllarda ABD’nin ve onun müttefiki İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin desteğine güvenerek Saddam Hüseyin’e karşı mücadele etmeye girişmiş, ama 1975’te İran Irak ile anlaşınca ortada kalıvermişti. Bundan kısa süre sonra, 1988’de, Saddam, Kürt halkını, kadın çocuk demeden Halepçe'de kimyasal silahlarla katlettiğinde İran-Irak savaşı henüz bitmemişti ve katil Saddam Hüseyin ABD emperyalizminin müttefikiydi. ABD bu katliama ortak oldu. Zehirli gazı ise Saddam’a Almanya veriyordu! ABD, Irak'ı işgal ettikten sonra kendi güdümünde kurduğu işgal mahkemesinde sözde Saddam Hüseyin'i yargıladı ve Saddam Halepçe katliamından hüküm giymeden Şiilere yönelik Duceyl katliamından suçlanarak idam edildi. Arap milliyetçisi Saddam rejiminin zehirli gazlarla katlettiği Kürt halkı, Irak'ı ABD'ye karşı savunmak için istekli olmadı. Kürt milliyetçi liderleri Barzani ve Talabani ise düpedüz emperyalizmin Irak'ı işgaline Kuzey cephesini açarak ortak oldu. Emperyalizmin elinde paramparça olan Irak'ta Kürtlere sözüm ona bir özerk bölge verildi. Kürt milliyetçi liderlerinin emperyalizme hizmeti fırsatların değerlendirilmesi ve ezilen Kürt halkına bir statü kazandırılması adı altında meşrulaştırılmaya çalışıldı. Oysa hiçbir millet başka bir milletin esareti pahasına özgür olamaz. Nitekim Barzani'nin hâkimiyetindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi de yıllarca Kürt halkını ezen sömürgeci iktidarların başlıca müttefiki olmuştur. Barzani'nin iktidarı varlığını sadece Arap halklarının emperyalizm tarafından ezilmesinin değil, Kürt nüfusunun çoğunluğunun da Türkiye'nin baskıcı iktidarlarının mezalimi altında yaşamasının pahasına sürdürmüştür. Aynı Barzani, Rojava DAİŞ kuşatması altında iken bölgeye yardım gitmesini engelleyen kişidir. ABD'nin Barzani'ye verdiği desteğin Kürt halkına özgürlük değil esaret getirdiği ortadadır.

Bugün de yaşananlar hiç farklı değil. Bir yandan PYD ve YPG yetkilileri en üst düzeyden ABD lehine açıklamalar yapıyor. ABD ile kurdukları ilişkinin ne kadar kuvvetli olduğunu söyleyerek övünüyorlar. ABD emperyalizminin askeri şefine plaket veriyorlar. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ABD'nin Rojava'daki üslerinden bahsederken Washington'a ne kadar güvendiklerini ekleme ihtiyacı duyuyor. Ancak unutuyorlar. Belki Suriye Demokratik Güçleri ABD bombalarının eşliğinde ilerliyor ama Nusaybin, Sur, Cizre ve Yüksekova da aynı ABD'nin onayı ile yerle bir ediliyor. Kürt halkının bu yıkıma ne kadar büyük bir öfke duyduğu ortada. Dondurucuda saklanan çocuk cenazelerinin, keskin nişancılar yüzünden sokağın ortasında kalan cenazelerin, bodrumda yakılan insanların anısı hâlâ tazedir ve Kürt halkının zihninden yıllar boyu silinmesi olanaksızdır. Tüm bunlar yaşanırken ABD'nin resmi sözcülerinden tek bir ortak açıklamadan başka hiçbir şey duyulmamıştır: "Türkiye'nin kendini savunma hakkını destekliyoruz!"

7 Haziran seçimleri sonrasında İncirlik Üssü'nün ABD uçaklarına açılması ile Kürt illerinde savaşın yeniden yükselmesinin ilişkili olduğunu görmemek olur mu? Kobani kuşatması sırasında Kürt hareketine dört parçadaki faaliyetlerine son vererek Rojava'ya geçme önerisi yapan ABD'nin Türkiye'nin yürüttüğü savaşı desteklediği, bu yüzden TSK'nın Suriye'de yapamadığı sınır ötesi hava harekâtlarını Kuzey Irak'ta ABD gözetiminde rahatlıkla yapabildiği açık değil mi? ABD ile işbirliğinin sadece bölge halklarının menfaati açısından değil Kürt halkının çıkar ve menfaatleri açısından da mazur görülmesinin mümkün olmadığı ortadadır.

Avrupa emperyalizmi de ABD emperyalizmi kadar düşmandır

Sadece ABD emperyalizminin değil Avrupa emperyalizminin de konumu aynıdır. ABD askerlerinden sonra Fransız askerlerinin de Rojava'da boy göstermesi bölge halkları açısından hiç de iyi bir haber değildir. Avrupalılar, ABD gelmeden önce bölgeyi sömürgeleştirmişlerdi. Özellikle Fransız emperyalizmi kendi mandası altında Suriye'yi mezhepsel temelde bölen güçtür. Bu emperyalist katillerin Suriye'ye, Kürt halkına, Ortadoğu'ya sömürü ve katliamdan başka vereceği hiçbir şey yoktur.

Sosyalistler reflekslerini kaybetmemeli, anti-emperyalist ve enternasyonalist geleneğe sahip çıkmalıdır

Milliyetçilik, ümmetçilik ve mezhepçiliğin Ortadoğu halkları açısından hiçbir fayda getirmediğinin en acı ve kanlı sonuçlarını yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Arap milliyetçiliği, bırakın daha geniş bir Arap birliğini, ne Irak'ı ne de Suriye'yi bir arada tutamadı. Ümmetçilik, Müslümanları birleştirme ülküsünü bile gerçekleştiremedi. Mezhep savaşlarında ülkeleri ve halklarını paramparça etti. Tüm bu akımlar şu ya da bu aşamada emperyalistlerle taktiksel ya da stratejik ilişkiler içine girmekte sakınca görmediler. Her seferinde de halkların başına yeni çoraplar örülmesine ortak oldular.

Oysa başka bir alternatif var. Hem halkların kardeşliğini savunan hem de emperyalizme karşı amansız ve uzlaşmaz bir mücadele yürüten güçlü bir sosyalist gelenek mevcut bu topraklarda. Bu topraklar Deniz Gezmişler’in, Sinan Cemgiller’in, Mahir Çayanlar’ın, İbrahim Kaypakkayalar’ın topraklarıdır. Bu liderlerin takipçisi olan sosyalist hareketlerin emperyalistlerle askeri işbirliğini sorgulaması, ona yeni mevziler kazandırmaktan uzak durma konusunda titizlenmesi tarihi bir sorumluluk ve siyasi bir görevdir.

Kürt hareketinin geleneğinde de hatırı sayılır bir anti-emperyalist damar mevcuttur. Avrupa'yı, NATO'yu bölgede aktif rol oynamaya davet eden, ABD'den barış için arabuluculuk talep eden Kürt hareketi liderleri yanlış yapıyorlar. HDP çatısı altında olup da bu politikalara itiraz etmeyen sol güçler bu yanlışa da ortak oluyorlar. Tayyip Erdoğan'ı bir gün Merkel'e ertesi gün Brüksel'e şikâyet ederek sonuç almaya çalışanlar sadece boşa kürek çekmiyor, halkın bilincini de bulandırıyorlar. Anti-emperyalist reflekslerini yitiren sosyalistler, belki de farkında olmadan ve istemeden, Rojava'da çarpışan sosyalist gençlerin de güvenliğini ve geleceğini tehlikeye atıyorlar. Zira sosyalistlerin bulunduğu sipere sızmış ya da yerleştirilmiş her emperyalist devlet askeri, sosyalist savaşçının arkasını kollayan müttefik değil ilk fırsatta onu arkadan vurmaya hazır bir düşmandır. Sosyalistler Denizler’in, Mahirler’in, İbrahimler’in anti-emperyalist geleneğini bir an için unutabilirler. Ama emperyalistler, 6. Filo'yu, Komer'in arabasını, Denizler’in bastığı Amerikan üssünü asla ama asla unutmazlar.

O hâlde bu topraklarda derin kökleri olan enternasyonalist ve anti-emperyalist geleneğe yaslanarak yürümekten başka yol yoktur. Aynı anda hem emperyalizme karşı uzlaşmaz bir mücadele vermek hem de halkların kardeşliğini savunmak mümkündür. Dahası emperyalizme karşı mücadele etmeden tutarlı biçimde halkların kardeşliğini savunmak olanaksızdır.

Kürt halkının geleceği, Türkiye ve Ortadoğu işçi sınıfı ile yoksul köylülüğü ve başta Filistinliler olmak üzere bütün ezilenlerle ortak mücadeleden geçiyor.

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi
8 Temmuz 2016