DİP Bildirisi: Ortadoğu’yu emperyalizme, Siyonizme ve mezhep savaşına kurban etmeyelim!

ABD-İsrail-Suudi Arabistan cephesiyle mücadeleye!

Katar’a terörizm suçlaması gülünçtür! Bütün bölge ülkeleri vekil güçleri besliyor! En büyük terörist ise ABD ve İsrail’dir!

Kahrolsun Suudi Krallığı ve Katar Emirliği! Çözüm emperyalist üs ve askerlerden arınmış birKörfez Arap Cumhuriyeti’ndedir!

Yaşasın Ortadoğu Sosyalist Federasyonu!

ABD-İsrail-Suudi Arabistan cephesiyle mücadeleye!

Devrimci İşçi Partisi, yıllardır Ortadoğu çapında bir mezhep savaşının yarattığı devasa tehlikeyi vurguluyor. Böyle bir savaşın Ortadoğu’yu kan gölüne çevireceğini, milyonlarca insanın ölümüne yol açabileceğini ve İslam âleminin uygarlığına korkunç bir yıkım getirebileceğini vurguluyor. Yıllardır bu tehlikenin farkında bile olmayanlar, şimdi Suudi Arabistan ve hempaları Katar’a karşı ambargo ve savaş tehdidi yöneltince Suudi-İran çatışması merkezde olmak üzere bir Sünni-Şii savaşının hatırı sayılır bir tehlike olduğunu nihayet fark ediyor.

Sünni-Şii savaşında ölüm kimseye mezhep sormayacaktır! Sünni-Şii savaşında yıkım sadece bir mezhebin camilerinde, türbelerinde, kutsal yerlerinde olmayacaktır! Bu tür bir savaş bölgemize felaket getirir. Üstelik bütün Müslümanların böyle bir savaşın İslam’ın tarihi kadar eski Şii-Sünni mezhep ayrımından çıkmayacağını, her iki tarafta da amacın kendi mezhebini korumak olmayacağını kavraması gerekir. Hayır, savaşın konusu, en başta Ortadoğu’nun iki büyük petrol ve doğal gaz zengini ülkesi Suudi Arabistan ile İran’ın birbirlerinin doğal kaynakları üzerinde hâkimiyet sağlama çabası olmak üzere doğal kaynak zenginliklerinin yağmalanması olacaktır. Bu bir çıkar savaşı olacaktır, ama her iki tarafta da Müslümanlar için kutsal dini değerler bu çıkar çatışmasının üzerini bir şal gibi örtecektir.

Dün, Obama ABD’nin başındayken, bu emperyalist devlet iki taraf arasında hakem rolüne soyunuyordu.  2015 yazının nükleer anlaşması ABD ile İran’ın bu dönemde daha dostça ilişkiler kurabilmesinin de kapısını açarak mezhep savaşı olasılığını azaltıyordu. Ama bugün tehlike katmerleşmiştir. Savaş taciri Donald Trump, başka maceralarının yanı sıra, İran’ı da hedef tahtasına yerleştirmiştir. Nükleer anlaşmayı püskürtmeyi,  İran’ı sıkıştırmayı, böylece bu ülkeyi kendisi için çok önemli bir tehdit olarak gören İsrail’e destek olmayı, bunun için bölge ülkelerinden yararlanmayı hesaplıyor. Suudi Arabistan’ın ve hempalarının Sünni-Şii savaşı kışkırtması, Trump için biçilmiş kaftan rolü görüyor.

Devrimci İşçi Partisi, yıllardır teşhir ettiği Sünni-Şii savaşı hazırlıklarına cepheden karşıdır. Bunun Trump’ın emperyalist planlarının bir parçası haline geldiği andan itibaren, emperyalizmin, Siyonizmin ve onların müttefiklerinin yenilgisi için mücadele etmeye kararlıdır.

Katar’a terörizm suçlaması gülünçtür! Bütün bölge ülkeleri kendileri adına savaşan vekil çeteleri besliyor! En büyük terörist ise ABD ve İsrail’dir!

Katar’a Suudi Arabistan, Mısır ve diğer müttefikleri tarafından uygulanan ambargo ve savaş tehdidi, Şii İran’a karşı emperyalizm-Siyonizm destekli mezhep savaşı için Suud etrafında oluşturulmakta olan cephenin çatlaklarını örtmek, pürüzleri ortadan kaldırmak için girişilmiş bir tedbirdir. Aslında her ikisi de ABD’nin Arap dünyasında Truva atı rolünü oynayan iki ülkenin çelişkisidir söz konusu olan. Suudi Arabistan’da ABD’nin çok önemli bir hava üssü vardır (el Dhahran üssü); Katar'da ise 11 bin ABD askerinin konuşlandığı, ABD’nin bütün Ortadoğu bölgesini kontrol için kurmuş olduğu komutanlığın (CentCom) merkezinin bulunduğu el Udeyd üssü. Her iki ülke de Suriye’de yoksul halkın ayaklanmasını, besleme selefi ve tekfirci ordularla bir iç savaşa çevirmişlerdir ve bu çabada AKP Türkiyesi’nin yardımını görmüşlerdir. Bugün Katar’a “terörizm destekçisi” olarak saldırılması bu yüzden gülünçtür. Çünkü eğer Katar terörizm destekçisi ise bunların hepsi “terörizm destekçisi”dir.

Asıl ve en büyük terörist ise ABD’dir, onun ayrılmaz müttefiki İsrail’dir. 1991 Körfez Savaşı’ndan 2001’den bu yana Afganistan işgaline, bir milyondan fazla insanın ölümüne yol açan 2003-2011 arası Irak işgaline, Suriye, Irak, Libya ve Yemen’de emperyalizmin çıkarları için askeri müdahalelere, insansız hava araçları (dronlar) kullanarak bütün Ortadoğu çapında kendi karşıtlarının yargısız infazına, çeşitli ülkelerde beslediği darbeciler kadar ABD Ortadoğu’yu kana bulayan esas güç olmuştur. 2006’da Lübnan’a, 2008 ve 2014’te ise Gazze’ye yaptığı saldırılarda İsrail taş üstünde taş bırakmamıştır. ABD ve İsrail’in paçalarına tutunup başkalarını terörizmi desteklemekle suçlayanlar, halklara yalan söylemektedir.

Katar’a saldırılmasının iki nedeni vardır. Birincisi, Katar’ın (AKP Türkiyesi ile birlikte) İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) destekçisi olmasıdır. Suudi Arabistan İhvan’ı kendi Krallığı ve Ortadoğu’da Vahhabi ideolojinin yayılması için gösterdiği çaba karşısında tehdit olarak görmektedir. Suud’un kurduğu ittifakta yer alan Mısır’ın diktatörü el Sisi içinse İhvan şimdiki askeri rejimin devirdiği el Mursi’nin hareketi olarak bir tehlikedir. İhvan’a “terörist” yaftası yapıştırma çabası, ABD başta olmak üzere, her biri barbarca şiddete başvuran hareketlere destek veren, kendisi haydut bu güçlerin başkalarını aynı suçtan aforoz etmeye çalışmaları gülünçtür.

Bu çaba aynı zamanda İhvan’la aynı kökenden gelen Hamas’ın da Siyonist İsrail’e karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyi “terör” olarak ilan etmenin giriş kapısıdır. Devrimci İşçi Partisi, ne Filistin sorununun çözümünde, ne de Ortadoğu için hedeflerde Hamas’la uyuşur. Ayrıca onu son dönemde İsrail karşısında yalpaladığı için eleştirir. Ama Hamas’ı “terörist” ilan eden, İsrail’in önünde diz çöküyor demektir. Biz Hamas’ı İsrail’e karşı savaş verdiği için değil, tam tersine bu konuda yeterince tutarlı davranmaması dolayısıyla eleştiririz.

Katar’a hücumun ikinci nedeni, bu ülkenin çeşitli nedenlerle İran karşısında ötekilerden daha yumuşak olmasıdır. Suud ve müttefikleri, Sünni-Şii savaşına hazırlanırken yanı başlarında çatlak ses istemiyorlar.

Ne var ki, Katar’a arka çıkmak da gerici bir siyasi rejimi bir başka gerici rejimin karşısında desteklemek anlamına gelir. Suud-Katar çelişkisinde emperyalizm henüz taraf olmamıştır. ABD ortadadır: Trump Suud’u övmektedir, ama Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ve Savunma Bakanı James Mattis el Udeyd üssünün derdine düşmüştür. Bu yüzden, Katar’a sahip çıkan, o ülkeye asker gönderme yolunda alelacele meclisi çalıştıran AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’nin bakanlar kurulunu anti-emperyalizm adına destekleyenler kendi siyasi çıkarlarını güderken bütünüyle gericiliğe hizmet ediyorlar.

Kahrolsun Suudi Krallığı ve Katar Emirliği! Çözüm emperyalist üs ve askerlerden arınmış bir Körfez Arap Cumhuriyeti’ndedir!

Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi ülkeler 21. yüzyılın dünyasında yüz kızartıcı toplumsal ve siyasi yapılara sahiptir. Bu ülkeler ya son derecede gerici bir İslam yorumu (Vahhabilik) temelinde içeride ve dışarıda ağır baskı uygulayan devletlere sahiptir (Suud), ya da Britanya ve ABD’nin İran’a, Irak’a ve köklü sosyal geleneği olan öteki bölge devletlerine karşı desteklediği birer oyuncak olarak kurulmuş suni siyasi birimlerdir. Bunlar petrol ve doğal gaz rantına yaslanır. Devlet kılığında, Ortaçağ kisvesinde  kapitalist şirketlerdir. Antik Yunan sitelerindeki gibi, Güney Afrika’nın apartheid sistemindeki gibi, bu ülkelerin nüfusu da keskin hatlarla bölünmüştür. En üstte ülkeyi yöneten hâkim sınıflar, Krallar, Emirler, Şeyhler yer alır, onların etrafında ise asalak bir kraliyet ailesi. Kadınlar, işçiler, emekçiler ikinci sınıf vatandaştır. Nihayet en altta göçmen işçiler (Filipinliler, Hintler, Türkler, Sri Lankalılar vb. vb.) yer alır. İkinci grubun son derecede sınırlı hakları vardır. Üçüncü grup antik Yunan sitelerindeki kölelerden hallicedir.

Bu Ortaçağ sistemi, dünyanın bir coğrafyada bulunan en yoğun ve zengin doğal kaynaklarını yağmalamaktadır. Bütünüyle rantiye bir devlet olan Katar, kişi başına gelir bakımından dünyanın en zengin ülkesidir. Suudi Arabistan zenginlik içinde yüzmektedir, ama güney komşusu Yemen dünyanın en yoksul 30 ülkesi arasında yer almaktadır. Arap dünyasının öteki, daha gelişmiş siyasi ve kültürel yapılara sahip ülkeleri arasında doğal kaynaklara sahip olmayanlar açlık ve yokluk içinde kıvranmaktadır.

Körfez ülkeleri, en başta Suudi Arabistan, aynı zamanda Ortadoğu’da siyasi gericiliğin de baş kalesi niteliğini taşır. 2011-2013 Arap devriminin bastırılması ve ezilmesinde baş rolü Suudi Arabistan oynamıştır. Bahreyn’de devrim Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin askeri işgaliyle durdurulmuştur. Suriye’de yoksul halkın ayaklanmasını mezhep savaşına dönüştürenlerin başında Körfez ülkeleri gelmektedir. Yemen’de bugün Suudi Arabistan sivil halka karşı katliamlarla kendine yakın düşük iktidarı yine başa geçirmeye çalışmaktadır. Suudi Arabistan, 2011’de kendi doğu eyaletlerinde yaşanan toplumsal mücadeleleri durdurmak için bir yandan kesenin ağzını açarak kendi halkına milyarlarca dolar rüşvet vermiş, bir yandan da baskıya başvurmuş, sonunda mücadeleye önderlik yapmış olan bir Şii din adamını, Nimer Bekir el-Nimer’i 2016 başında idam etmiştir. Nihayet ve en önemlisi Arap devriminin en önemli ülkesi Mısır’da iki yıl süren devrimi bastıran el Sisi’yi Suudi Arabistan finanse etmiştir.

Bu krallıklar, emirlikler, şeyhlikler yıkılmalıdır. Arap dünyasına ve genel olarak Ortadoğu’ya emekçilerin ve ezilen halkların çıkarına uygun bir çözüm bunlar yerinde dururken mümkün değildir. Bu Ortaçağ rejimlerinin yerini mutlaka bir cumhuriyet almalıdır. İngiliz emperyalizminin kurduğu, ABD emperyalizminin de kullandığı suni devletler (BAE, Kuveyt, Katar) yok olmalı, bu topraklar emperyalist üs ve askerlerden arınmalı bütün Körfez bölgesinde tek bir cumhuriyet haklar arası eşitliği sağlamalıdır.

Yaşasın Ortadoğu Sosyalist Federasyonu!

Kralların, emirlerin, şeyhlerin, mollaların, gerici güçlerin elinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika süratle bir felakete doğru ilerliyor. Mezhep savaşı halklarımıza kanlı bir gelecek vaat ediyor. Bütün bölgenin işçi sınıfı güçleri derhal harekete geçerek kendi aralarında bir cephe kurmalı, başta işsizlikle boğuşan kent yoksulları, yoksul ve topraksız köylüler olmak üzere, Körfez ülkelerinde köle gibi yaşayan yabancı uyruklu işçiler, gericiliğin saldırısı altında her geçen gün değişik tehditlerle yüz yüze kalan kadınlar ve gençler ve elbette ezilen uluslar ve mezhepleri bir ortak hedef etrafında birleştirmelidir. Bu, ulusların karşı karşıya geldiği bir proje olamaz. Ezilen ulusların da özgürleşmesinin çerçevesini oluşturacak bir Ortadoğu ve Kuzey Afrika Sosyalist Federasyonu tek çıkar yoldur. Bunun için emperyalizmin bölgeden kovulması, İsrail’in yıkılması ve yerine Arap ve Yahudi’nin birlikte yaşayabileceği laik, demokratik, sosyalist bir Filistin kurulması gerekir.

Bu çözüme yürürken, Türkiye proletaryasının güçlerine büyük görevler düşecektir. Ortadoğu’da savaş, emperyalizm ve gericilikle ilgilenmeyen Türkiye’ye olumlu hiçbir şey getiremez. Çünkü savaş tacirleri, emperyalistler ve gericiler Türkiye ile ilgilenmektedirler.