Devrimci İşçi Partisi bildirisi : Ne oyalama, ne tasfiye, Kürt sorununun çözümü!

Türkiye işçi sınıfının Kürt halkı ile bir çıkar çelişkisi yoktur. Varolan düzen her ikisini de eziyor. Birinin özgürleşmesi, olsa olsa ötekinin de özgürleşmesinin yolunu açacaktır. Tutsak müzakereci olmaz, Öcalan’a hareket ve temas özgürlüğü! Kürt halkına özgür bir statü! Demokratik özerkliğin güvenliğe ihtiyacı var! Kürtlerle barış, ABD’yle savaş!

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Abdullah Öcalan’la görüşmeler yaptığının ve DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ile BDP milletvekili Ayla Akat Ata’nın Öcalan’ı ziyaret ettiğinin ortaya çıkması, toplumda, akan kanın bu kez durdurulabileceği ve Kürt sorununun çözüme ulaştırılabileceği yönünde bir umudun yeşermesine yol açtı. Ancak iktidar çevrelerinin, örneğin AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in veya başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın diline bakacak olursak, bütün yapılmakta olan, “PKK’ye silah bıraktırmak”. Bu dilin, sözde milliyetçilerin eleştirilerini karşılamak için benimsendiği söylenirse, bir sonraki adımın nasıl atılacağını sormak gerekiyor. Halkın bir bölümünü kandırarak Kürt sorununu çözemezsiniz! Ayrıca Kürt tarafının önerileri ortadadır. Öcalan’ın protokolleri 2009 Ağustos’undan bu yana devletin elindedir. Buna karşılık hükümetin Kürtlere en ufak bir önerisi açıklanmıyor. Üstelik sadece kamuoyuna değil, Kürt tarafına da açıklanmadığı bizzat hareketin önderleri tarafından ifade ediliyor.

Her şey, hükümetin bu yeni adımının da ya daha önce 2009 yılında “açılım” denen politikada olduğu gibi Kürt sorununu değil Kürt hareketini çözme amacıyla yola çıktığını, ya da 2011 yılında seçimleri kazasız belasız atlatana kadar sürdürülen politikada olduğu gibi bir oyalama ve zaman kazanma taktiği olduğunu düşündürüyor. Bugünkü adımın ardında muhtemelen şu faktörler yer alıyor: Birincisi, AKP’nin Kürt tabanı, hatta milletvekilleri hükümetin politikasından, hele hele Roboskî katliamı sonrasında gösterdiği küstahlıktan ve BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması konusunda yapılan hazırlıktan ciddi bir rahatsızlık duyduğunu ortaya koymuş bulunuyor; AKP doruğunun bu tepkiyi yumuşatması, “biz denedik, onlar istemiyorlar” diyebilmesi gerekiyor. İkincisi, Suriye olayı, Türkiye devletinin Kürt sorununun dört parçalı bir Kürdistan sorunu olduğunu görmezlikten gelmesinin sonunda nasıl ayağına dolaştığını kanıtlamış bulunuyor. Bugün Suriye Kürdistanı’nda, Kürtlerin “Rojava” adını verdiği yeni bir özerk bölge doğmuştur. Bu özerk bölge Türkiye’nin Suriye politikası bakımından muazzam bir engel oluşturuyor. Suriye’ye karşı verilecek herhangi bir savaşta Türkiye’deki Kürt hareketinin tarafsızlaştırılması bu bakımdan büyük önem taşıyor. Üçüncüsü, 2012 yılında yaşananlar, Tayyip Erdoğan’a 2013 yılında başkanlık sistemine dayalı bir anayasayı geçirene ve 2014’te başkanlık seçimlerine girene kadar Kürt sorununu derin dondurucuya koyamayacağını öğretmiştir. 2013 sonuna kadar bekleyip başkanlık seçimine çok yakın bir aşamada risk almaktansa, Erdoğan Kürt hareketinin etkisini şimdi gerileterek önümüzdeki dönemi güvenceye almak istiyor. Nihayet, 2013’ün ağır bir ekonomik krize gebe olacağı daha yılın ilk gününde Tofaş’tan bin işçinin çıkartılmasıyla, işçi sınıfının buna ciddi bir tepki vereceği de hemen ardından İstanbul Topkapı’daki Şişecam fabrikasının işçilerce işgal edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Hükümet, 2013’ü kazasız belasız atlatmak için, işçi sınıfı ile boğuşma zorunda kalma ihtimaline hazırlık olarak Kürt hareketini yumuşatmayı amaçlıyor olabilir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, Kürt hareketinin de, Kürt sorununun özgürlük ilkeleri temelinde çözülmesini özleyen Türk işçi ve emekçilerinin de yeni başlayan sürece son derecede temkinli yaklaşması gerekir. Anayasa ve başkanlık seçimi için 2010 anayasa referandumundan esinlenerek MHP tabanına göz dikmiş olan Tayyip Erdoğan’ın 2014’ten önce Kürt halkının taleplerini ciddi şekilde karşılayacak herhangi bir düzenlemeye yanaşması düşük bir olasılıktır. AKP hükümetinin hâlâ Kürt sorununun çözümüne ciddiyetle yaklaştığı söylenemez.

Bu konuda ciddiyetin bir ölçüsü Kürt hareketinin bütün bileşenlerinin müzakerelere katılmasından geçiyor. Herkesin teslim ettiği gibi, Kürt hareketinin tek temsilcisi Öcalan değildir. Onun dışında, örneğin büyükelçiler toplantısında Hakan Fidan’ın da açıklıkla ifade ettiği gibi, Kandil, Avrupa ve BDP/DTK odakları vardır. Kandil’de ise, yine Fidan’ın da teslim ettiği gibi, sadece Türkiye’den Kürtler değil, örgütün İran, Irak ve Suriye kökenli unsurları da vardır. Bu durumda, 14 yıldır hapiste olan Öcalan’ın, hareket onu “baş müzakereci” olarak kabul etse de, tek karar verici konumunda olduğunu hayal etmek oyalama taktiğinin açık bir işareti olur. Zaten gerek Kandil’in, gerekse Avrupa’nın derhal yaptığı açıklamalar, sürecin böyle yürütülmesi ihtimalini en açık bir dille reddetmektedir. Şayet anlamlı bir barış müzakeresi yapılacaksa, Öcalan’ın hareket ve temas özgürlüğüne kavuşturulması vazgeçilmez bir unsurdur. Tutsak müzakereci olmaz! Tutsak birinin, halkın kendisine ne kadar güveni olursa olsun, sağlıklı bir müzakere yürütmesi beklenemez. Öcalan hareket ve temas özgürlüğüne derhal kavuşturulmalı, süreç bu temelde başlatılmalıdır.

Bugüne kadar devlet ile Öcalan arasında ne görüşüldüğü şu an için sırdır. Ama AKP sözcülerinin ve ideologlarının meseleyi “PKK’yi silahsızlandırma” ciddiyetsizliğiyle ele almaları ortaya kabul edilemez bir doğrultu çıkarıyor. PKK sorununun Kürt sorunundan ayrı ele alınamayacağını görmezlikten gelen, Türkiye’de kanın akmaya, her iki taraftan gencecik insanların ölmeye devam etmesine çanak tutuyor demektir. Yapılacak müzakereler mutlaka Kürt halkının kendi istediği biçimde kendi kendini yöneteceği bir özgür statüyü içermelidir. Selahattin Demirtaş’ın 28 Aralık’ta Roboski ‘de söylediği gibi, bu özerk Kürdistan olabilir, federe Kürdistan olabilir, bağımsız Kürdistan olabilir. Müzakereler mutlaka bu statüyü masaya koyarak yürütülmelidir. Kürt sorunun çözümünün asgari koşulu, Kürtlere özgürce yaşabilecekleri bir statünün verilmesidir.

Bu gündeme alındığında, silah bırakma konusunda ısrarın temelleri de ortadan kalkar. Kürt hareketinin silahsızlanmasını istemek, Kürdistan topraklarının bütünlüğü içinde ve Ortadoğu bağlamında düşünüldüğünde olumsuz bir yöneliştir. Çünkü bu silahsızlanma Kürdistan’ın bütünü düşünüldüğünde Barzani’yi tek silahlı güç olarak bırakmak demektir. Bu Kürt hareketinin sadece askeri değil aynı zamanda siyasi tasfiyesinin de önünü açacaktır. Ortadoğu tam anlamıyla bir hesaplaşma arenası haline gelmiştir. Ortadoğu’da herkes silahlanıyor. Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olsun olmasın Suriye’de emperyalizm yanlısı veya Selefi odakların askeri gücü bunun sadece çarpıcı bir örneğidir. Kürdistan Ortadoğu’da dört önemli devletin kesişme noktasında bir merkezdir. Dolayısıyla ABD emperyalizmine bütünüyle tâbi bir siyasi konumda olan Barzani’nin karşısında, emperyalizmin karşısına almış olduğu Kürt hareketinin silahsız kalmasını istemek, hem Kürdistan’da, hem de Ortadoğu çapında emperyalizmin oyununu oynamak, güç dengelerinin onun lehine dönmesini savunmak demektir. Türkiye’nin anti-emperyalist bütün güçleri, emperyalizm lehine bu adımın karşısında durmalıdır. Yapılması gereken, yeni statünün tanımlayacağı Kürt gerçekliğinin bir güvenlik gücüne kavuşturulmasıdır.

Türkiye işçi sınıfının Kürt halkı ile bir çıkar çelişkisi yoktur. Varolan düzen her ikisini de eziyor. Birinin özgürleşmesi, olsa olsa ötekinin de özgürleşmesinin yolunu açacaktır.

Tutsak müzakereci olmaz, Öcalan’a hareket ve temas özgürlüğü!

Kürt halkına özgür bir statü!

Demokratik özerkliğin güvenliğe ihtiyacı var!

Kürtlerle barış, ABD’yle savaş!

7 Ocak 2013

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi

 

Kurdî: Partiya Karkerên Şoreşger: Ne ewiqandin, ne arîkirin(tasfîyekirin), ji pirsgirêka Kurd re çareserî!

Español: Declaración del Partido Revolucionario de los Trabajadores (DIP)

English: Declaration of the Revolutionary Workers’ Party: No temporizing, no liquidation! Solve the Kurdish question!